Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
AFGANİSTAN’A AĞIT - 1 Ocak 1988

Afganistan yarası kanamaya devam ediyor. İstiklâl cihadımızda kanı, canı, malı ve duası bulunan bu kardeşlere hiçbir şey yapamamak bir "mümin" için ne acı!..

İstiklâl için "cihad"ın kutsiyetini "en iyi" biz bili­riz. Afgan dağlarında aç susuz, silâhsız ve ilâçsız müs­tevli ordulara karşı durmak ne yaman iştir, herhalde onu da...

"Afgan mücahidi" Plevne'deki "Osmancık", Ça­nakkale ve İstiklâl Harbi'ndeki "Mehmetçik" gibi "Sırat"ı ilk geçenlerden, "Ku’yetullah"a ilk erenlerden olacak. Onda şüphe yok. Onu uzaktan seyreden bizler mi?.. "Allah yolunda şehid"lerin; kolu kanadı kırık kavaşan mücahidlerin "şefaat"ı olmadan "sırat"tan "tek adım" atabileceğini düşünen varsa elini yüzünü şim­diden yıkasın... "Lâfla Müslümanlık olur mu", ken­dini bir nice yargılasın...

Biz ki çook medenileştiğimiz (!) bu yüzyılda; "akt"lara, "pakt"lara rağmen koca bir ülkenin istilâ edile­meyeceğini düşünür dururmuşuz... İyi ile kötünün, hayır ile şerrin birarada yaşandığı dünyada payımıza dü­şen bin bir acı tecelliden biri de bu!..

Hani "Bend-i Türkistan" "Kûh-i Baba" "Sefîd Kûh" "Hindukuş" ve "Süleyman" dağları geçit vermezdi? Başı hep yüce bu dağların savaşı sadece "Keyhusrev", "Dara" ve "Büyük İskender"e karşı mı idi?

Üzerinden güneşin batmadığı İngiliz İmparatorluğu ordularını 1842, 1879 ve 1880"de mağlûp edip zorlayanlar bu Afganlar değil mi idi?..

İLÂHİ TOKAT MI?    

İlk dünya savaşından sonra bu ak ülkeyi büyüten "Emanullah Han", "Nadir Şah", “Muhammed Zahir” başlarını kaldırıp, Kabil sokaklarında dolaşan işgal or­dusuna baksalar, "Yed-i sûflâ" haline gelen bugünkü haleflerine neler söylemezlerdi?..

Yerin üstündekilerin, yerin altındakilere bakacak yü­zü mü kaldı?..

"Afganistan" XI. yüzyıldan bu yana Sünnî-Müslüman... Fakat aynı inançtaki "Pakistan" ve "İran"la uzun kavgaları var. Şimal'den bir karabasan gibi gelen bu istilâ, yoksa, Müslüman'ın Müslüman'la kavgasına karşı ilâhî bir tokat mı?.. Öyle ise, bu ilâhî tokattan hangi Müslüman kendini kurtarabilir?..

Ülkeyi doğudan kuşatan ve geçit vermeyen "Hindu­kuş", güneyden kuşatan "Sefîd Kûh" ve "Süleyman" dağlarına karşı; Şimal tehlikesine500 km. genişliğinde bir geçit imkânı sağlayan "Amu Derya" bu cömertliğinin vebalini ne ile öder?..

Ya kaderin bu ülkeyi kuzeyden beklemeye memur et­tiği "Türkmenistan", "Özbekistan", "Tacikistan" bu ağıtı ne ile yazar?.. Ağlamak yasak olduğu için kuru­yan gözyaşları ile mi?..

"İhmal" değil "imhal" eden Allah'ın bir dünyalık mühletine inanmasa idik, bu dünya bize yaşanmaz olur­du... "Cihad fîsebîlillâh" göze alınmayınca, beklenen bu mühlettir...

AĞLAMA YERİ

“Afigan” veya "Efgân", malûm, ağlama anlamında... Bu mânâda "Afiganistan", "ağlama yeri" demek... Afgan halkı bu ağlama yerinde dün Dârâ, Bü­yük İskender ve Keyhüsrev'in ayakları altında ağladı. Bugün ise Rus tanklarının paletleri dibinde... Bu mille­tin kaderi hep ağlamak mıdır Allahım?.. Gülmeyi haketmeyenlerin cümbüş ettikleri dünyada, kaderi ağla­mak olanların bir defacık gülmesine ruhsat yok mudur?..

Müstevli devlet orduları belki de aklımızı başımıza getirecek bir görevi yerine getiriyorlar. Nitekim şu ağı­tı 8 yaşındaki "Kiraz"ın ağzından aldım: "Afgan dağ­larında kar kucak kucak/ Ne ev kalmış ne bark, ne de bir ocak/ Bizim evimizse, yaz gibi sıcak/ Kalmak iste­sen de, kalamazsın ki!.."

Bir işgal böylesine yaygın bir tepkinin muhatabı ise, sonunda kârlı çıkan hiçbir zaman işgalciler olmamıştır.