Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“MÜSLÜMAN, MÜSLÜMAN’I VURDU” - 25 Mart 1988

(“Benden sonra sakın eski cahiliyeye dönüp, birbirinizin boynunu vurmayınız”)

İran mı Irak'ı, Irak mı İran'ı vurdu? Ne İran Irak'ı, ne Irak İran'ı vurdu. Müslüman, Müslüman'ı vur­du.

Şiraz'ın bahçeleri gül kokardı. Gül dererdi Şirazlı erkek, Şirazlı kadın, Şirazlı çocuk... Şiraz'da huzur var­dı, aydınlık vardı, umut vardı. Şirazlı hayata daha bir iyimser, daha bir aydınlık bakardı.

"Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış;/ Yeni­den her gün açarmış kanayan rengiyle/ Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış/ Eski Şiraz'ı hayâl etti­ren ahengiyle..." Şimdi Hafız'ın kabri olan bahçedeki gül; her gün yeniden açan renk; eski Şiraz'ı hayâl etti­ren ahenk akılsız füzelerin boy hedefi olmuş... Ne ba­ğı kalmış, ne bahçesi; ne gülü kalmış, ne fidanı; akıl­sızlığa kurban olmuş... Şiraz bir tuhaf, Şiraz'a bir hâl olmuş...

Kerkük-Musul, Bağdat-Basra bir komşu kapısı bi­zim için... Musul'dan, Kerkük'ten, Bağdat ve Basra’dan yığınla hatıramız var. Kimimizin babası, kimimi­zin dedesi, ama mutlaka bize yakın birileri askerlik yap­mış; ticaret etmiş; ilim-irfan getirmiş Bağdat hazine­sinden; Basra irfanından; Kerkük-Musul toprağından...

Uzün yüzyıllar önce, uzun onyıllar medeniyet sem­bolü, medeniyet merkezi olan Bağdat, şimdi mütehevvir... Bağdat müteyakkız; Kerkük-Musul; baştan­başa Şattülarap ve Irak endişeli... Ne Aslan Yürekli Rişar'dan, ne Haçlı taarruzlarından... Adı Müslüman or­duların işgal kararlılığıyla üzerlerine çullanmasından... Kılıçaslan'lar, Genç Osman'lar toprağın altında kahırlanırken; Rişar'lar, Aslan Yürekli'ler bıyık altından gü­lebilirler artık... Dün onların bize yapamadıklarını, bu­gün biz-bize yapabildik diye...

Hani Müslüman sadece küfre karşı ve Allah rızası için can verirdi? Hani Müslüman'ın kanı da ırz ve na­musu gibi kutsaldı? Ölen şehadet, öldüren "cihad" ecri ile dönerdi? Hani "Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurmayınız" diyen bizim Peygamber'imizdi? Yoksa bu mefhumlar İran-Irak kördöğüşüyle anlam mı değiştirdi?

Yazık oldu Bağdat'a, yazık oldu Tahran'a, yazık ol­du bunca Müslüman'ın Müslüman'ca kaygılarına!..

Kara toprak toprak olalı, böyle mânâsız, boş ölüm görmemişti... Adam öldüren silâhlar, Habil-Kâbil kav­gasından bu yana böylesine sebepsiz can almamıştı. Ne Roma'nın zalim çizmeleri; ne Annibal'ın kanlı pençeleri; ne Neron'un çılgın böğürtüleri; ne Hitier'in tank-top ve paletleri bu kadar çirkinliğe koşabilmiş değildi.

Arif Nihat Asya bir başka sebeple yönelttiği siteminde ne kadar haklıydı: "Verilmiş ellerine bir takım kopillerin/Kundaklarla fitiller.../ Görünen hor­tumları, arkada saklı filler/ Bunlar Victor Hugo'nun değil/ Bunlar bizim sefiller..."

Yazık bunlar bizim sefiller!..

 Nevcihan, Tebriz'de doğmuş, henüz ilkokul öğren­cisi bir kız çocuğu... Soğuk bir Tebriz gecesinde kan-ter içinde uyandı. Bir rüya görmüştü. Bu korkulu rü­yayı etrafına anlatamadı. Sadece rüyanın tesiriyle dalıp dalıp gittiğinde, "Ateş yağacak, üzerimize ateş yağacak" diye hayıflanıyordu. Birkaç gün geçmedi ki, Tahran'a gökten ateş yağdı. Savaşın öbür tarafı Bağ­dat'a, Basra'ya, Kerkük ve Musul'a da... Dediği olmuş­tu: Müslüman, Müslüman'ı vurmuştu.