Hac intibalarımı sunmaya devam ediyorum. İşte Hz. Peygamber’in huzurundayız. Birkaç kulaç önümüzde, iki cihan peygamberi Hz. Muhammed Mustafa'nın (S.) ebedî istirahatgâhı "Ravza-i Mutahhare" bulunuyor. Burası, aynı zamanda "Hurre-i saadet"in bulunduğu bölüm.
İnsanoğlu, Kur'ân tabiriyle ne kadar "cehull"... Türkiye'de bu en mübarek yerleri düşünürken, buraları görmeye, buralarda bulunmaya kul gücümüz yetişmez derdik. İste buradayız, iste Ravza, işte Hz. Resulûllah!.. işte o en büyüğün ayak ve göz izleri! Ve biz etten- kemikten insanlar, ateşe üşüşen kelebekler gibi Mescid-i Nebi içre tehacüm halindeyiz. Fakat yine de ayakta, yine aynı insanız.
Bir maneviyat deryasının içindeyiz. Demek ilâhî vahiy burada telâki edilmiş. Hz. Peygamber, Hz. Cebrail ile sık sık burada buluşmuşlar. Eshâb-ı Suffe burada ikamet etmiş; Sahabe-i kiram, ensar ve muhacirin burada ibadet, kıraat ve kitabet etmişler.
Gözünüzü yumduğunuz anda, kendinizi saadet asrında bulmanız mümkün. Ortada en büyük insan, en büyük peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.); en yakınında sıddîk sadakattyla Hz. Ebubekir; faruk şecaatıyla Hz. Ömer; edeb ve hayâsıyla Hz. Osman Zinnûreyn; ilim ve seyf sıfatlarıyla Hz. Ali efendilerimiz... Cennetle müjdeli 10’lar, ümmetin yıldızı sahabe-i kiram... Bedir'e buradan çıkılmış; Uhud'a buradaki istişare ile kıyam edilmiş; gazveler, seriyyeler burada plânlanmış; Vahye dayalı İslâm devleti burada kurulmuş.
O ne büyük peygambermiş ki, şu ibtidaî toplumla tarihin en büyük medeniyetini kurmuş. Her türlü iç ye dış temizliği, karıncanın bile hakkını gözeten bir mizan. Harpse harp, barışsa barış, her zaman en büyük.
Dün, 4'ü dekan 8 İlahiyat temsilcisiyle savaşın yapıldığı mekânda Uhud'u Hendek Savaşı'nın muharebe stratejisini değerlendirdik. Kuba ve Mescid-i Kıbleteyn'de ibadet ettik, incelemeler yaptık. Kuba'nın çadır şemsiyeli son cemaat mahallini yaz aylarında Kocatepe bahçesinde de uygulayalım dedik.
Medine'de Osmanlı izleri hâlâ ayakta. Şam ve Halep'i Medine'ye bağlayan demiryolunu bulmak mümkün değil ama, istasyon binası sanki hâlâ işleyen bir intiba veriyor. Sadece tren sirenleri eksik. İstasyon yakınındaki kubbeli, çifte minareli Osmanlı camii, belli-belirsiz Hicaz camileri arasında hemen tefrik ediliyor.
Mescid-i Nebi'nin, şu anda altında bulunduğumuz kubbe ve revakları da Osmanlı eseri... Hazreti Resulullah'a yüzyıllardır gölge olan "Kubbe-i Hadra" ve Mescid'in kıble istikametindeki ana bölümü de öyle.
Mekke'nin resmî yüzü, bunaltıcı sıcağı ve hırçın tabiatına karşı Medine tatlı, serin ve munis... "Ensar" letafeti, buranın tabiat ye iklimine bile sinmiş.
Medine'yi "Münevvere" yapan salâbeti, buranın insanlarında hâlâ görebilirsiniz. Dün, mütefekkir, muhlis şair Ali Ulvi Kurucu'nun sohbetindeydik. "-Türkiye'den ne müjdeler var?" diye sordu. Sohbette İlâhiyatçılar çoğunlukta idi. Din eğitimindeki gelişmelerden söz ettik. Bir yandan çocuklar gibi sevinirken, diğer yandan sözü bilgi ve kaliteye getirdi. Her gün lâfla devlet kuran, devlet yıkan bizdeki bazılarının tehlikesine ilahiyat dekan ve hocalarının dikkatlerini çekti. Din eğitimi müesseselerinin ilimden politikaya çekilmek istenmesindeki vebal ve vehâmeti en veciz ve duygulu şekilde belirtti. Sanki bu, o büyüğün bizlere son vasiyeti idi.
Hz. Peygamber'in huzurunda bile Türkiye'yi düşünüyorsak, bu, O'nun müjdesine mazhar milletimizi, yeni büyüklükler üzre görmek istememizdendir.