Sadece "bugün"ü kastetmiyorum. "Cumhuriyet" ve "Osmanlı" dönemini de değil, binlerce yıllık gerilere gidin, aynı şey, aynı hastalık: Taklit...
"Orhun Abideleri"ni hatırlayın: "Çin milletinin tatlı sözlerine, ipek kumaşlarına" aldanan Türk nesillerinden şikâyet edilir. Türk isimlerinin bırakılıp, Çin adları alındığından yakınılarak, "-Türk milleti!.. Titre ve kendine dön!.." diye feryad edilir.İleriki yüzyıllarda da "Çin" hayranlığı ve "Çin"in "kültür istilâsı"ndan duyulan rahatsızlık devam eder gider...
ARAPÇA-FARSÇA MODASI
İslâmiyet dönemine geliyoruz: Bu dönemde de "din" ve "ibadet" dili île "kültür" dili karıştırılmış. Okumuşlar arasında onulmaz bir "Arapça" "Farsça" merakı furya etmiş... Hastalık derecesinde... Hem inancımız, kitabımız "Kur'an-ı Kerîm" de "Arapça" değil mi idi? Bu vakıanın da şevkiyle "Arapça" bilenler ile "Farsça" bilenler âdeta bir yarışa girmişler. Arapça'nın ibadet, hattâ ilim dili oluşu bir yana yoğun Arapça, yoğun Farsça konuşan-yazan takdir edilmiş. Türkçe ise hakir görülmüş. Selçuklu sultanı adına "Konya"yı yöneten Karamanoğlu Mehmet Bey'in Arapça ve Farsça'ya karşı Türkçe'yi savunan bir ferman yayınlamak zorunda kalması bu sebeple olmuş: "Bugünden sonra divanda, dergâhta, bergâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil kullanılmaması" ferman edilmiş.
Hastalık bununla da onmamış, devam etmiş... 16'ncı yüzyıl başlarında büyük edîb-şâir "Ali Şir Nevaî"nin "Arapça" ve "Farsça"nın Türk münevveri üzerindeki tehacümüne isyan etmesi; Türk "dil" ve "kültürü"nün istiklâlini savunmak zorunda kalması bundan... Gerçekten de büyük Ali Şir Nevai "Türkçe"yi bırakarak başka dilde eser yazan münevverleri şiddetle kınar. "Muhakemetü’l-Lügateyn"inde "Türkçe" ile "Farsça"yı örneklerle mukayese ederek, "Türkçe"nin incelik, derinlik, nüans zenginliklerini isbata çalışır. Türk âleminin Türkçe'yle konuşan, Türkçe'yle yazan, kültürde birleşmiş bir büyük millet olmasını ister.
ONMAZ BATI HAYRANLIĞI
Hastalık yine onmaz. 19’uncu yüzyıldan itibaren "Batı" taklidi başlar. Arapça ve Farsça'nın yerini bu defa "Batı" dilleri alır. "Millî kültür"de gevşeme ile beraber ise kılık-kıyafete, sofra âdabına, düğün-dernek ve günlük yaşayışa kadar uzanan bir bâtıl "Batı" hayranlığı...
Ortaasya'dan başlayan ve hâlâ devam eden bu "yabancı hayranlığı"nın sebebi nedir? Bu akıl almaz sualin cevabını arayıp bulmadıkça, milli-sosyal bünyedeki rahatsızlıklar korkulur ki, bitmeyecektir. Bugün "etnik yapı", "dil farkı", ayrı bölge ve ezilmişlik iddiaları; yarın Allah korusun daha başka bahaneler...
Şükür ki bu "hastalık" millet çoğunluğunda değil, sadece "okumuş"luk iddiasındakilerde... Bunların adı dün "münevver" idi, bugün "aydın."
"Halktan kopuk" okumuşlar zümresindeki bu illeti nasıl tedavi ederiz? Dünün de, bugünün de vicdanları paralayan suali budur.
Tehlikenin boyutu, bugün her zamankinden daha derindir. Şunun için: "Dün"ki, taklit, tek taraflı hevesimize dayanıyordu. Bugün ise "istila", önce "kültür" yoluyla oluyor. Önce kültür istilâsı, sonra fiilî-askerî işgal... Afganistan'da olan da budur, Uzakdoğu ve Ortadoğu'da olan da...
Biz ne Ortadoğu'daki 40 çadır devletinden biriyiz, ne de Uzakdoğu'nun sömürge ülkeleriyiz. Biz, Türk milletiyiz... Yukarıdaki sualin yürek paralaması bundardır.