"Endişemiz din için değil, devlet için… Dinin koruyucusu var ve din onu koruyanın murad ettiği yere kadar gidecektir. Stratejik bir coğrafyada, bir gönül işi olan din üzerine hassasiyetler meydana getirmek, dine değil, devlete zarar vermektedir. Kıyıda köşede üç-beş kız çocuğunun başını örtmesi, binlerce yıllık tecrübe temeline oturan güçlü Türk devletine asla zarar vermez. Ama bir ateş çemberi içerisindeki Türkiye'de, ne kadar müşterek değer varsa, hepsini harekete geçirip, o ortak paydalarla bütünlüğümüzü güçlendirmek varken, o bütünlüğü zedeleyecek tutumlara girmek, bizi dağıtmak isteyen istismar odaklarının işine yaramaktadır. Başörtüsü devlete bühtan değil, duadır. Bugünlere o dualarla geldik. Yapmayın, birliğimize-bütünlüğümüze kıymayın!.."
4 Kasım 1988 tarihli Tercüman'da bunları yazmıştık Bir yerlere reaksiyon için değil, devleti milletten, milleti devletten soğutmak isteyen iştahlara âlet ve yem olmayalım diye... "Din" ve "devlet"i birbirine karşı gösterme ihtiyatsızlığı, bize çok pahalıya maloldu. "Cumhuriyet" kutlamalarında, "laiklik" ve diğer "inkılâp"lardan sözederken, geçmişimizi ve dinimizi komikleştirme alışkanlığımız, bazı dindar vatandaşlarımızı küstürmekle kalmadı, onları "devlet"e karşı tereddütlere şevketti.
Bu, "devlet" hesabına bir "taktik" hatâ idi. Bu hatâyı "devlet"e kan verenler olarak hep yapageldik. "Laiklik" adına sözederken, laiklik öncesini zemmettik. "Atatürk"ten bahsederken, "Şunları yaptı" yerine. "Şunları yıktı" dedik. "Harf" inkılâbı, "şapka" inkılâbı ve diğer yenilikler için de öyle... Bu yeniliklerin bize kazandırdığı "müsbet"leri anlatmak yerine, onları tabulaştırdık, bir kırbaç yapıp, milletin sırtında şaklatıp durduk. Bundan ise dinî hassasiyetler, din adına devlete kırgınlıklar meydana geldi.
Şimdi şu YÖK’ün "başörtüsü" genelgesi, bu açıdan geç kalmış bir müsbet gelişmedir. Cumhurbaşkanlığı "veto"su ile ara açılmadan, hemen bir gün sonra gelen bu olumlu gelişme, "devlet" adına "aklın zaferi"dir. Yeter ki bu akılcı tedbir, birtakım karşı çıkışlarla veya kurnaz provokasyonlarla sulandırılmasın...
YÖK genelgesinden sonra şimdi "genelge"nin "cevaz"ından yararlanmak isteyen evlâtlarımıza bir şey düşüyor: Ortalığı bulandırmak isteyen provokatörlere dikkat etmek; başörtüsünün de bir şeylere âlet edilmesine vâsıta olmamak. Maksadımız "farz" bildiğimiz "tesettür" ise, orada kalmak... Daha ileri isteklerle, sizi "devlet" ile ters düşürmek isteyen ideologlara aldanmamak, hattâ onları yalnız bırakmak suretiyle tecrid ve teşhir etmek.
"Devlet", O'nu idare edenlerden bile ayrı tutup, üzerine titrediğimiz bir "şahs-ı manevî"dir. "Devletsizlik" yokluktur, boşluktur, anarşidir. Bu yokluk ve boşluk içerisinden ne "din" kalır, ne "ırz", ne "namus". Filistin halkının "vatan"dan uzakta "devlet" ilân etmesi, bu "yokluk"tan, bu "boşluk"tan kurtulmak içindir. Bulgaristan'da nikâhını kıyamayan, cenaze kılamayan soydaşlarımızın bir "devlet"i olsaydı, başlarına bunlar gelir mi idi?
"Devlet"i idare edenlerin birtakım hataları olsa bile, biz onun faturasını "devlet"e kesmeyiz, Tarihten "din ü devlet", "mülk ü millet" diye-diye geldik. "Devlet"e karşı "-Hele bir yıkılsın da görelim" anlayışı veya yurt dışı kaynaklı ideolojik şartlanmalara âfet olunması akl-ı selim ile bağdaşmaz.
Aklın yolu "yapıcı" olmaktır.