Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TÜRK MODELİ - 17 Şubat 1989

Birkaç yüzyıldır "kalkınma" şarkıları söylüyo­ruz. Bunun için de "yabancı" modeller arıyoruz. "Fransız" ve "Alman" modellerinin pe­şindeyiz. Sormamak mümkün değil, "-Bir Türk modeli yok mudur?"

Türk milleti, "velûd" bir millet... Türk zekâsı da... İşte bir ehl-i himmet çıkmış, bu sonuçsuz "arayış"a başkaldırmış. Aklını, bileğini, yüreği­ni ortaya koymuş. "En uzak mesafeler bile, bir ilk âdımla başlar" demiş. "İş" yerine "lâf" üretenlerin aksine, o "ilk adım"ı da atmış. "Millî model" dediği sistemini uygulayabileceği birde ortam bulmuş. Ankara'daki kürsü ve makamını bırakmış, "Erzincan Polis Okulu Müdürlüğü"nü seçmiş. Kafasındaki sistemi bu okulda 5 yıldır uyguluyor.

Sistemin temelinde "yönetim"i "verimliliğe" dönüştürme prensibi yatıyor. "Yönetim akıldır" diyor. Gerçekten de "yönetim"i, isteğe dayalı "toplu şuur", "toplu hareket"e dönüştürmeyi başarmış. Buradan "toplu sorumluluğa" ve fonk­siyonda devamlılığa ulaşmış. "Altyapı"yı bu şe­kilde kurduktan sonra ise "millî model" dediği sistemini bu temel üzerinde yeşertmiş.

"İhtiyaçtan fazlayı artırmak ve kalkınmada kullanmak..." sisteminin bir özeti de bu... Yani "tasarruf...". Personel tasarrufu, elektrik tasar­rufu, kırtasiye tasarrufu, ilâç tasarrufu, yiyecek-içecek tasarrufu, en önemlisi de zaman tasar­rufu... Bütün bunlar için de "inançlı", "hedefli", "toplu" şuur, toplu hareket.

Erzincan Polis Okulu, 14 emsali içerisinde en az personel çalıştıran okul... "Odacı", "hademe" cinsinden tek personel yok. Çöp te­nekesi yok, zira atık yok. Her şey değerlendirili­yor. Elma kabuğundan sirke, portakal kabuğun­dan marmelat, soğan kabuğundan boya yapılı­yor. Patates kabuğu, meyve-sebze atıkları kalo­rifer kazanında enerjiye dönüşüyor. Tek dilim ek­mek ve tek lokma yemek artmıyor. Zira herkes yiyeceği kadar alıyor. Aldığını ise mutlaka bitiri­yor. Ampuller fonksiyonlarına göre ayarlanmış. Okuma salonu, yatak odası, spor odası ayrı ay­rı. Böylece 4'te 3 tasarrufa ulaşılmış. Okulun tek kuruş kırtasiye gideri yok. Herkese kullanacağı kadar kâğıt veriliyor ve karton-paket, cinsinden ne varsa SEKA'ya gönderilip, karşılığında kırtasiye alınıyor. Bu da ihtiyaca fazlasıyla yetiyor. Aş­çı var, garson yok... Her grup kendi işini kendi görüyor. Kantin görevlisi yok, herkes alacağını alıyor ve etiketine göre parasını kutuya kendisi atıyor. Kantin açık, dolaplar açık. Çevre temiz, gönüller, zihinler temiz... Kapı, pencere, halı, sı­ra, sandalye, masa, okul da, eşya da öğrenciye emanet... Tamir, bakım, hep içeride... Eşya kıy­metli, zaman kıymetli, insan kıymetli. Zira vatan kıymetli... 500 öğrenci, kendilerine "Devleti Ko­ruma, Kurtarma ve Yaşatma Ekibi" adını tak­mış... Herkesin "boş"a geçirdiği "zaman"ı öy­le değerlendirmişler ki, 6 aylık kurs sonunda "polis" sertifikasına ilâve olarak, her öğrenci "daktilograf", "sağlık", "judo", "karate", "şoför­lük", "paraşüt", "yabancı dil" ve çeşitli sertifi­kalar alıyor. Bu uzmanlıkla çocuklar, ruhen güç­lü, bedenen sağlıklı, kendilerinden emin, aranan kişiler oluyorlar. Halkın içine de giriyorlar. 3’er kişilik gruplar halinde okullara, Çocuk Esirgeme Kurumu'na, fabrika ve işyerlerine, spor kulüp­lerine, yurt ve evlere...

Görüldüğü gibi, sistemin temelinde "insan", "verimlilik" ve "tasarruf" disiplini yatıyor. Himmet sahibi bu yöneticinin adı Fevzi Akgün... Yönetim Bilimi Doktoru Y. Doçent... "-Sistemin Türkiye genelinde uygulanıp uygulanamayacağı'' sorulduğunda heyecanla­nıyor; bütçe açığını kapatacağını vaadediyor.

Hesabı-kitabı ortada...

Denemeye değmez mi?