Türkiye'de "din-devlet" münasebetleri "hassas" bir seyir takip etmiştir. Dün de, bugün de... "Diyar-ı Rum" denilen Anadolu "İslâmiyet'in bütünleştiriciliğinde Türkleştikten ve Müslümanlaştıktan sonra "İslâmiyet" en büyük kıymet hükmü olmuş; Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde "devlet" kendisini "İ'lây-î Kelimetullah" ile muvazzaf saymıştır. Osmanlı'nın "kuruluş" ve "yükselme" dönemlerinde "din-devlet" münasebetleri fevkalâde bir "bütünlük" ve "uyum" halinde iken, "devlet"in zayıflamasına paralel olarak bu "bütünlük" ve "uyum" bozulma ve azalma seyrine girmiştir. Nitekim "yükselme" dönemlerinde Şeyhülislâmlar padişah nezdinde 1'inci, çok zaman da "sadrazam"dan sonra 1'inci itibarlı kişi sıfatıyla "oto-kontrol" vazifesi görmüşler; padişahın en yakınındaki şerî müşavir olarak, yapılan savaşlara; aktedilen sulhlara; gelişen dinî ve hukukî düzene imzalarını atmışlar, "devlet"in büyümesinde müsbet fonksiyonlar icra etmişlerdir. Fakat "bozulma" döneminden itibaren bu nafiz fonksiyon giderek azalmış; önce "idarî", sonra, "adlî" yargı en sonunda da bütün "medrese" ve "tedris" işleri elinden alınmış; "cumhuriyet" dönemine gelmeden evvel "Meşihat", bir cumhuriyet müessesesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bugünkü yetki alanına çekilmişti.
"İstiklâl Harbi"miz bir kutsal "cihad" olarak "İlay-ı Kelimetullah" mesajları ile kazanıldıktan sonra, yeni kurulan devletin tedvin ve uygulamalarında "din" müessesesi, önce gözardı edilmiş; sonra da "tedris" ve "neşriyat"ı dâhil, âdeta hayatın dışına itilmiştir. Ezan "Tanrı uludur"a çevrilmiş; her türlü dini "neşriyat" ve dinî "tedrisat" resmî takibata alınmış; Kur'ân-ı Kerîm dahil, din kitapları çuvallara doldurulmuş; namaz kılmasını öğretiyor diye 80 yaşındaki "hoca-efendi" tokatlanmıştır. Türkiye böyle bir dönemi yaşamıştır. Bütün bunlar da, "devlet" ve "laiklik" adına yapılmıştır.
"Din-devlet" manasebetleri açısından bugün de devam eden bazı "sıkıntılar" vardır. Fakat "anlayış" ve "yorum" giderek değişmektedir. Dün "Allahüekber" yasak idi. Devlet adına. Bugün "Tanrı uludur" diyecek olan resmî takibata uğrar, yine devlet adına. Dün "dini neşriyat"a iyi gözle bakılmazdı. Devlet adına. Bugün aynı "devlet" resmî bütçesinden dinî neşriyat yapıyor. Dün resmî müesseselerden "dinî tedrisat" tamamen kaldırıldığı gibi, bir "hoca"nın çocuklara "dua" öğretmesi de yasaktı. Bu da devlet ve laiklik adına yapılıyordu. Bugün "devlet" ve "laiklik" adına "Kur'ân kursları" yatırımları yapılıyor. Aynen fabrika kurar, baraj yapar, su-elektrik getirir gibi... Dinî öğrenim mecburiyeti ise "Anayasa" teminatı altına alındı.
Demek "devlet" olmanın da, "laiklik" ve uygulamasının da "anlayış" ve "yorum "u değişiyor. Onun için biz, "devlet" adına yapılan "yanlış"ların faturasını "devlet"e kesmeyiz. Devlet bir "şahs-ı manevi"dir. Önemli olan "devlet"i idare edenlerin "yorum" ve "tatbikatı"dır. Türkiye'de bazı "aydın" ve "bürokrat"lar devlete hâkim mevkileri tutmuşlar, kendi şahsî inançsızlıklarını "devletin tercihi" gibi sunmuşlardır. Bundan da "devlet-millet" bütünlüğü zarar görmüştür.
Bugün yapılacak şey, bu "iyileşme"yi devam ettirmektir. Devletin menfaatine olan da budur, "din" ve dindarın da...
Biz "devlet" olmanın ve "cumhuriyet"in temel esprisinin bu "iyileşme" istikametini işaret ettiği kanaatini taşıyoruz. "Dün"kü sıkıntılar "bugün" yoktur. Bugünkü sıkıntılar da, inşallah yarınlara giden çizgide giderek kaybolacaktır. Yeter ki bindiğimiz dalı kesmeyelim.