Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TÜRKİYE’DE DİN CAMİASININ PROBLEMİ - 16 Şubat 1990

Türkiye'de dindar camianın iki problemi var. Biri içeriden, diğeri dışarıdan...

1-Camianın dışından gelen problem "din" müessesesi ve onunla ilgili konular üzerindeki "teyakkuz" ve "tereddüt"lerdir. Bu teyakkuz (bazen alarm) ve tereddüt, bir de "resmî" sıfatı olanlardan tezahür etmişse, işte problem orada başlamaktadır. Zira bu "tezahür"ün faturası artık "şahıs"a değil, biraz da haksız olarak "devlet"e kesilmektedir.

Burada bir "haksızlık", bir de "çelişki" vardır:

"Haksızlık" şudur: Hiç kimse kendini "devlet" yerine koyup, şahsî görüşünü devletin tercihi gibi sunmak suretiyle "devlet"e bühtanda bulunmamalıdır. Zira "din" de, "devlet" de, millet varlığının ortak kıymet hükmüdür. Devlet adına "din" konusunda konuşurken, düşülen bir "üslûp" yanlışı, "şahsî" görüş olmaktan çıkmakta; fatura devlete kesilmektedir. Bunun sonucunda da, devletle hiçbir problemi bulunmayan sade mü'min vatandaşlar bile devlete kırgın hale gelmekte; devlete "karşı" gayrımemnunların sayısı artmaktadır. Hangi makam ve mevkide bulunursa bulunsun, buna hiç kimsenin hakkı olmamalıdır.

"Çelişki"ye gelince: Türkiye Cumhuriyeti mevzuat ve uygulamalarında "din"in ve "Diyanet"in yeri vardır ve bellidir. "Eğitim"i vardır, "hizmet"i vardır, "yatırım"ları vardır, bütün bunlarla ilgili resmî "müessese"leri vardır. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından başlayarak, her dereceden resmî metinlerde yeralmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, M.E.B. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve bu işte muvazzaf diğer birimler, devletin "resmi" kuruluşlarıdır. Bu konudaki "teyakkuz" ve peşin "tereddüt"ü anlamak mümkün değildir. Zira, tabiatta mevcut "etki-tepki" kanunu gereği, karşılıklı atışma ve sürtüşmeler, işte bu bir tarafın peşin hükümlülüğünden gelmektedir.

2-Camianın içeride mevcut problemi, bir "üslûp birliği"ne ulaşılamamış bulunulmasıdır. "Devlet" adına yanlışlar yapıldığı gibi, "din" adına da dine bühtan yanlışlar yapılmaktadır. "Din"in bir temel esprisi vardır. Akılcı, bütünleştirici, kapsayıcı bir temel espri... Bu "temel" hareket noktasından kopunca, üzerine "inşa" edilen fikirler de, temelden kopuk olmakta, birbirine "düşman", her yana, her yöne bakan gruplar, gruplaşmalar ortaya çıkmaktadır

Görüş ve fikirlerdeki çeşitlilik, birbirini kırıp dökmüyor birbirini tamamlıyor ve birbirine saygılı ise "rahmet"tir. Aksi halde, âhirzamana mahsus "fitne" ve fırkalaşmalar akla gelmektedir.

Âhirzamanda "ümmet"in yetmiş iki fırkaya ayrılacağı, bunlardan sadece birinin hak yolda, diğerlerinden hepsinin "nar"da olacağı şeklindeki peygamberi ikazın maksudu, herhalde bugünkü dağınıklık ve perişanlığımız olmalıdır.

İslâmiyet her türlü iyiliklerin kaynağı ve temelidir. İnsanlığın ise "yegâne" kurtuluş ümidi... "Kul"un kulu yemediği, kötülüklerin bilinmediği bir hedef... Bu hedef, sadece Müslümanlar'ın değil, bütün zamanların, mekânların da müstakbel ümit ve teminatıdır. İslâmiyet adına konuşan bazılarına ve İslâmiyet adına yapılan bazı garipliklere bakınca, o kutsal kaynağa, İslâm olmayanların değil, asıl Müslüman olanların ne gûna bühtanda bulunduklarından ürperti duymamak mümkün değildir.

İçeride mevcut bu zaaf ile, dışarıdan gelen yukarıda maruz tehdit, insanlığın tek ümidi İslâmiyet'in karşısına dikilen sunî engeller gibidir. Bir şahs-ı manevî olan "devlet" ile onu kuran milletin kucaklaşması, bu sunî engellerin kaldırılmasına bağlıdır.