Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
ADALET TOPLUMUN TEMELİDİR - 28 Ağustos 1982

Adalet, toplumu ayakta tutan içtimâi mü­esseselerin başında gelir Bir ülkede adalet gücünü yitirirse, kişiler arasındaki iç­timâi bağ kopar. Adalete olan tutkusunu yiti­ren toplumun kuracağı devlet, sürekli olamaz. "Mülkün Temeli Adalettir" sözünün ifade et­tiği mânâ budur.

Adalet, kişiye davranışının karşılığını; hak sahibine hakkını vermek demektir. Toplum için kişiyi; kişi için toplumu feda etmemek, adaletin amacıdır.

Adalet, nazarî bir tutku değildir sadece... Hayatın içinde varlığını duyuran bir gerçeklik-tir. Yargıda adalet; yönetimde adalet; eğitim­de, sosyal münasebetlerde adalet, kişi ve top­lumun istikbale ait teminatıdır. Bu teminattan mahrum toplumda içtimâi barış sağlanamaz. Çünkü kişinin topluma ve devlet kurumlarına güveni kalmaz. "Suçsuz olanlar da korkuyorsa, orada adalet yok demektir". Çağdaş bir yazarın "Adaletin bulunmadığı ülkede herkes suçludur" sözü müşahhas sonuçları olan bir gerçektir.

Acıma, adalet değildir, öfkeli adaletin ise intikamcı olmasından korkulur. Adalet, inti­kama da kronik merhamete de karsıdır.

Adalet sadece bir devlet görevi değildir. Devletin görevi, gücünü adaletin yaygınlaşma­sı yolunda kullanmaktır. Fakat adaletin asıl te­minatı, kişilerin fedakâr gönülleridir.

Adaletsiz toplum yaşayamaz. Her davranı­şında adaletten ayrılmayan kişilerden oluşan toplum, tarihin derinliklerinde kalsa da haya­tını sürdürür. “Sokrat'ı ölüme mahkûm eden 501 Atinalı hâkimden hiç biri bugüne kadar yaşayabilmiş değildir ama Sokrat hâlâ bir dü­şünür olarak gönüllerde yaşamaktadır.”

Sözlerin en güzelini yine Kur'an-ı Kerim­de buluyoruz: “Ne zenginin servetinden faydalanma ümi­di, ne de fakirin düşkünlüğüne acıma duygu­su, sizi adaletten uzaklaştırmasın. Böyle özel hallerin değerlendirilmesi Allah'a aittir. O halde hislerinize kapılıp adaletten yüz çevir­meyiniz, inkârcılara olan aşırı düşmanlığınız da sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Dostlarınıza da, düşmanlarınıza da adalet gösteriniz. Ada­let bütün haramlardan çekinmeye eşit bir fazi­lettir.”

Şu ayetten anlıyoruz ki, adalet insanın her türlü münasebetlerde uyması gereken ulvî prensiplerdir. Temelde kendisi gibi düşünme­yen kimselere her türlü düşmanlığı yapmayı düşünenler var. Hatta aynı inancı, aynı ideal­leri paylaştığı, halde siyasi veya teferruata ait diğer konularda ayrı düşünen kardeşlerine her çeşit olumsuz tavrı takınanlar, onlara karşı, kötü söz söyleyenler, kötü düşünce taşıyanlar görülmektedir. Bunlar İslâmiyet’in insanlık adabına ve adalet prensiplerine uymayan davranışlardır. Çoklukla İslâmiyet’in derin insanlık kulununu bilmemekten doğmaktadır.

Tarih, ders almak teindir Geçmişe baktığımız zaman adaletten kopan her toplumun kısa sürede iç çekişmeler sonucu varlığını yitirdi­ğini görüyoruz.

Haklı bulunduğumuz zaman kendimize adaletli davranılmasını istiyorsak, haksızlığa düştüğümüzde de bize uygulanan adaletten şikâyetçi olmamalıyız. Bir hukukçumuzun de­diği gibi “İnsanları insanlar cezalandırıyor ka­naatini değil, insanları kanunlar cezalandırıyor intibaını verebilmek, toplumda adaletin yaşa­yabileceğinin isbatıdır.”

Adalet uygulamasında imtiyaz yoktur. Ken­dinden başlayarak, en yakınlarına bile adaleti tam uygulayabilen kimse olgunluğa ulaşmış kimsedir.

Hırsızlıkla suçlanan FATIMA—I MAHZU-MİYE adındaki kadının cezalandırılmaması için aracılık yapanlara Peygamberimizin şu cevabı ne kadar anlamlıdır.

“-Ey halk! Geçmiş milletlerin ne yüzden sapıklığa uğradıklarını; yollarını nasıl şaşır­dıklarını biliyor musunuz? Onların asilzadele­ri, kuvvetlileri çalarsa onları bırakırlar, zayıf­ları çalarsa cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, bu hırsızlık gibi aşağılık bir işi Fatıma-i Mahzumiye değil, kızım FATIMA yapmış olsaydı, muhakkak onu da cezalandırırdım."

 

Adaletin bazan uygulanıp, bazan uygulan­maması, toplumda hiç olmadığı kanaatına dönüşür. “Sürekli olmayan adalet, yok de­mektir.”

 

"Eğer ortaçağ, derebeylerini yargılayabilse idi ortaçağ olmazdı" sözü bugün de geçerli­dir. Bizim çağımız da kendi derebeylerini yar­gılayabilire, kanun önünde eşitliği sağlaya­bilirse, bizim çağımız olmaktan çıkar, ileri çağlara ulaşmamız bu sayede sağlanır.

Toplumda hiç kimse imtiyaz; farklı muame­le isteğinde bulunmamalıdır. Adaletin önünde zenginlik, soyluluk farkı olamaz. Soylu kişi, adalete saygı duyan kişidir.

Adalet sadece yargı görevi de değildir. Kişi­lerin her çeşit davranışlarında adil davranma çabasını sürdürmeleri, o cemiyetin ayakta kal­masının en büyük teminatıdır

Bugün her sosyal kurum gibi adalet de mü­esseseleşmiştir. Devletler, adaletin uygulan­ması görevini yüklenirler. Devletin başarısı ki­şilerin devlete ve kanunlara saygıları ile oran­tılıdır. Sosyal insan olabilmek kolay değildir; fakat gereklidir. Başkalarının hakkını gözete­bilmek, kişi olgunluğunun ulaşabileceği en son yüceliktir. Bu bir toplumun güçlülüğü ba­kımından adaletin en geniş bölümü sayılan sosyal adaletin sağlanıp sağlanmadığı ile öl­çülmektedir.

Herkes hakkı ile yetinmeli, başkalarının mülkiyet ve hürriyet alanına taşmamalıdır. Fakirlik de, zenginlik de sürekli değildir. Nice fakirlerin zengin oldukları, nice zengin­lerin servetlerini yitirdikleri sosyal bir vakıa­dır. Helâl yollardan kazanmak ve bunu toplum için hayırlı yollarda harcamak, sosyal adaleti, sosyal barışı, millî dayanışmayı sağlayacaktır.

Devletin ve toplumun ayakta kalabilmesi, adalet müessesesinin işlemesine ve adalet tutkusunun gönüllerde yaşatılmasına bağlıdır.