Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
MÜSLÜMANLAR’IN BÖLÜNMEYE DEĞİL BİRLİĞE İHTİYACI VAR” - 24 Ocak 1990

Tercüman gazetesinin 14-19 Ocak 1990 tarihli nüshalarında yayımlanan "KEMAL KACAR CEVAPLIYOR" başlıklı yazı dizisinde yer yer adımdan da söz edilerek "yanlış" değerlendirmeler yapıldı.

1-Din konusunda kendilerinde "ehliyet" ve "salâhiyet" gören kimselerin, belli uzmanlıklar isteyen ve âmmeyi ilgilendiren önemli dinî konuları "gazete sayfaları"nda tartışmalarının fayda getirmeyeceği kanaatimi, muhtelif yazılarımda ifade ettim. Bunun "hizmet" ve "maslahat" açısından çeşitli sakıncaları vardır. En önemli sakınca ise, dinî "bölünme" ve "sertlik"lere sebep olmasıdır. Türkiye'nin bugün yeni bölünmelere değil, her kademede ve özellikle dinî konularda vahdet ve bütünlüğe ihtiyacı vardır.

Bu yanlış, muayyen bir vatandaş kesiminin "büyük" olarak kabul ettiği kimse tarafından yapılıyorsa, sakınca daha da artar. Müslüman'ın vazifesi "ıslah" olmalıdır, "idlâl" değil...

2-İki safhalı olarak yayımlanan "inat" ve "ısrar" dolu yazılarla varılmak istenen hedef nedir? İmanımızın bize kazandırdığı "feraset", "irfan" ve "idrak" ile bakalım: Türkiye'nin "dar'ül-harb" olduğunu isbat (!) etsek bile, "islâmi hizmet" açısından ne kazanacağız? Biz ne kazanacağız, Türkiye ne kazanacak?. Bu soruları, konudan haberdar herkes hakkaniyetle kendi kendine sormalıdır.

Biz, Peygamberine "Ya Resûlellah, bunu vahiy ile mi söyledin, yoksa şahsî içtihadınla mı?" diye sorabilen "Kendi ictihadımla söyledim" cevabını alınca da, aksini düşünüyorsak, onu söyleyebilen bir ümmetiz. O halde, yanlışta ısrar edeceği anlaşılan iddia sahibine de sorabilmeliyiz: "Neyi isbat etmeye çalışıyorsunuz? İsbat etseniz bile -nereye varacaksınız?" diye... En büyük fazilet, "doğru"yu söyleyebilmektir. Muhatabımız "büyük" kabul edilen bir zat da olsa...

3-Yüzyıllarca önce, o günkü şartlar itibariyle yapılan mücerred "ictihadî" bir yorumu; işine gelen yanını alıp, bütünü tamamlayan diğer yanım bir tarafa iterek, "nass" gibi Türkiye üzerine oturtmaya çalışmak yanlıştır. Şer'an yanlıştır, vebaldir. Bu yanlışlık konunun uzmanlarınca delilleriyle ortaya konulmuştur. Buna rağmen hangi "menfaatin celbi" veya hangi "mazarratın defi" hedef alınmış ki, "ısrar" ve "inad" ediliyor, anlamak güç... Bu defa iş "faiz" ile kalmıyor ki!?.. "Harbî" olan "devlet"e ve devlet malına karşı her türlü hileli iktisap meşru olacak, "vergi kaçırma"dan "hayalî ihracat"a kadar... "-Yoksa bu çeşit filler var da, onlara -İslamiyet'i de vasıta yapıp- kılıf mı aranıyor?" diye soruluyor. Biz bu çeşit şaibelerden, iddia sahibi başta, her Müslüman'ı tenzih ediyor: "Acaba ortada bir sehiv mi var?" diyoruz.

Hem Türkiye'yi "dar'ül-harb" kabul edip, bunda sebebi bilinmez bir "ısrar" göstermek, hem de "-Türkiye'yi dar'ül-İslâm yapmak için cihat açılmasını tasvip etmiyor" demekle iş bitiyor mu?.. "dâr'ül-harb" yorumu "içtihadî" bir konudur, ama "cihât" hükmü "içtihadi" bir hüküm değil ki!..

Sizin,"Cihat'tan imtina ettiğinizi kabul edelim, ya size inanarak Türkiye'yi "dar'ül harb" sananları da, "farz" olan cihadın yanlışa kullanılması konusunda kontrol edebilecek misiniz?..

Yapmayın, böylesine "merdud" zorlamalarla cennet vatanımızı huzursuzluk ve kardeş kavgasına sürüklemeyelim!.. "Cuma"mız da bizde kalsın, dürüstlük ve "huzur"umuz da!..

4-Türkiye'de "din-devlet" münasebetleri açısından geçmişte ciddî sıkıntılar olmuştur. Eski sıkıntılar bugün büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Bugün de bazı sıkıntılar olduğu doğrudur. Fakat yarın bu sıkıntılar da, inşallah ortadan kalkacaktır. Yeter ki Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu "tebliğ" ve hizmet usûl ve üslûbunu muhafaza edelim...

5-"Din ve devlet" münasebetleri açısından memnuniyet verici mesafeler alınırken ve bu "iyileşme"yi daha iyiye programlamak dururken, gündemimizi "Türkiye'nin dar'ul harb olup olmadığı" tartışmasının doldurması, bir büyük vebaldir. Hedefe doğru yürümek varken, yolda kalmaktır.

Rus işgal orduları Türkistan'a girdiklerinde, Türkistan ulemasının "Ay tutulduğunda davul mu çalalım, yoksa silah mı atalım" konusunu tartışmakta olduğu acı acı dile getirilir. Osmanlı ordusu İstanbul'a girdiğinde de, Bizans ulemasının benzer ütopyalarla meşgul bulunduğu rivayet edilir. Can Azerbaycan'ın işgali dâhil, içeride ve dışarıda bugün de ciddî problemlerimiz var.

Dünyanın bugünkü şartlarında Türkiye'de Müslümanlar hâlâ bindiği dalı "at mı, merkep mi" diye tartışıyorlarsa, ehl-i imanın bunun vebalinden sakınması gerekir. Bugün konuşulup yazılanlar, yarın "tarih" olacak ve çocuklarımız tarafından yargılanacak. Tarihe karşı mahcup olmayalım...  .

Bugün Türkiye'de "Müslüman"a düşen büyük görevler ve önemli gündem konuları var. "Kolay"a değil, "zor"a talip olarak, "hikmet", "mev'iza-i hasene" ve "ahsen metod"la çevremize yeniden bakmak zorundayız.

6-Türkiye hassas bir '"coğrafya" üzerindedir. Kuzeyden güneye, doğudan batıya bir "ateş çemberi" içerisindedir. Bu coğrafya üzerinde ayakta kalmanın yolu, "din" başta olmak üzere, bütün müşterek değerleri ayakta tutmak ve bütünlüğümüzü bu ortak kıymet hükümleriyle tahkim etmektir.

İmam-hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri aleyhine 40 yıldan bu yana sürdürüldüğü "bildiğimiz" tutumların ve buna dayalı kırgınlıkların -tam da küllenmeye yüz tutmuşken- yeniden alevlendirilmeye çalışılmasını, "bütünlüğümüz" açısından esefle karşılıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "müessese" olarak son yıllardaki çabaları bir yana, "Hamdi MERT" olarak benim, bu kadîm illetin tedavisi için çabalarımı, özellikle son yıl ve aylardaki yazılı çağrılarımı, konu ile ilgili kamuoyu bilmektedir. Bu "kardeş" kesim içerisinde bilenler de vardır. Bunlardan, çalışma odama ve evime kadar gelerek, bu çabalarımı takdir ve teşvik eden ehl-i irfanı, bu konuda te'yid ve tasdike; bu ayrılık ve inada müdahale etmeye davet ediyorum. Bu yolun sonu yoktur. Kötülük ve kavgadan hayır gelmez. Kendimiz "iyi" olmadan, çevremize iyiliği yayamayız.

7-Sözü edilen yazıda, bir resmî "brifing"ten ve orada serfedilen bana ait bir cümleden (bu cümle spot yapılarak, Tayyar ALTIKULAÇ hocamıza ait gösterilmiş) söz ediliyor ve bunun eleştirisi yapılıyor.

12 Eylül harekâtını takip eden günlerde "devlet teşkilâtı" yeniden ele alınmış, "Yeniden Yapılanma" çalışmaları başlatılmıştı. Bu arada -hatırlayanlar bilir- "Kur'ân öğretiminin okul içinde verilmesi"; buna bağlı olarak, "Kur'ân kurslarına gerek kalmayacağı" konusu gündemde idi. İmam-hatip liselerinin ihtiyaçtan fazla olduğu belirtiliyor, sayılarının azaltılması çalışmaları yapılıyordu. Din bilgisi derslerinin ilkokul, ortaokul ve liselerde mecburî hale getirilmesinin makul gerekçeleri tesbit ediliyordu. "Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetleri"ni konu alan brifingle, bütün bu konulardaki müessese görüşümüzün arzı imkânı doğmuştu. Kitaplık çaptaki uzun bir brifing metninden tek bir cümle çekilerek, maksat dışı başka mecralara sürüklenmesi, en âzından "hakkaniyet"le bağdaşmaz. O günlerde bu "iyiniyetli" çalışmalar yapılmış; karşılıklı anlayışla, hizmetlerde müsbet gelişmeler sağlanmıştır. Bugün gelinen müsbet gelişme noktasında, suçlama vesilesi yapılmaya yeltenilen her seviyedeki o çalışmaların payı vardır. Bu hizmetlere temelden karşı olanlar dışında herkes, "dün"ü ve "bugün"ü değerlendirmekte, "takdir"ini buna göre yapmaktadır. Bizim ise "kul"dan beklediğimiz bir şey yoktur. Cenab-ı Hakk her şeye kâfidir.

8-Hamdi MERT olarak benim yazı, kitap, seminer, ders ve konferanslarımdaki üslûbum bellidir. O üslûp, yapıcı bir üslûptur. Konumuz olan "zat"tan hiç bir yazımda "ismen" söz etmedim. Bir yazımda kendisinden "masum bir kesimin ağabey olarak bildiği büyük" olarak bahsettim. "Din" adına savunduğu fikirlerin Türkiye'yi nerelere götüreceğini bu yazımda, edeb ölçülerini aşmamaya çalışarak izah ettim. İsim zikretmeyerek... Bundan dolayı "alınganlık" göstermeyi bile makul görmek mümkündür ama, "kemâl" sıfatına yakışmayan bir üslûpla saldırıya geçmek, herhalde hiç kimsenin kendisine yakıştırmadığı bir davranış olmuştur.

9-Türkiye'de "dindar" kesimin gündem konusu böylesine seviyesiz, şahsî ve ütopik konular olmamalıydı. Cemiyet ve cemaatın önünde olanlar, daima "örnek" davranışlar sergilemeli idiler. Bu garip tezahür, Peygamberimiz Efendimiz'in "Ahirzaman" ve "fitne" konusundaki çetin ikazlarını akla getirmektedir.

Bir de "cemaattan ayrılmama"yı: "Size cemaatı tavsiye ederim, cemaatı!.. Ayrılıktan hazer ediniz!.. Zira Şeytan, cemaattan ayrılanlarla beraberdir. Kim Cennet'e girmeyi istiyorsa, cemaattan ayrılmasın, birlik ve bütünlüğe riayet etsin!.."

"Kim cemaattan ayrılırsa, cahiliye ölümü ile ölür."

Cenab-ı Hakk cümlemizi bu "sû-i âkıbet"ten muhafaza buyursun...

Peygamberimiz Efendimiz'in her devre hitabeden bu kalıcı mesajları bize ışık olmalıdır. Zira Türkiye'nin ve Müslümanlar'ın bölünmeye değil, vahdet ve bütünlüğe ihtiyacı vardır.

***

Kemal Kacar; Tercüman gazetesinin14-19 Ocak 1990 tarihli nühsalarında neşrolunan açıklamalarından sonra beyanda bulunan Tayyar Altıkulaç ve diğer şahıslara karşı cevaplarını zamanı gelince verecektir...