Konya'da bir üniversite var... Ankara, İstanbul ve İzmir'deki emsallerine yetişebilmek için bir koşuya girmiş. Adını seçen de iyi seçmiş: Konya'ya ancak “Selçuk” yakışır demiş.
Henüz 12 yaşındaki bu gencecik üniversite, kendisine ağabey durumundaki bunca üniversite arasında kültürel faaliyetlerde başı çekiyor. “Üniversite” ne demek? Akademik tarifler bir yana, herhalde ilim-fikir üreten yer demek değil mi? İste Selçuk Üniversitesi bunu yapıyor.
1985 yılında “1. Millî Gençlik Kongresi”ni düzenlemiş. Bu yıl ise aynı kongreyi “milletlerarası” seviyede gerçekleştirdi. 21’i yabancı 48 bildirinin tartışıldığı bu ilk milletlerarası gençlik kongresini Rektör Prof. Dr. Halil Cin, diri-tutkun alkışlar arasında, “1990 yılında 2. Milletlerarası Gençlik Kongresi'nde buluşma vaadi” ile kapattı.
1985 yılında, “1. Millî Mevlânâ Kongresi” düzenlenmiş. Müteakip yıl, aynı kongrenin ikincisi... Bu yıl ise Mevlânâ kongrelerinden 3'üncüsü “milletlerarası” seviyede yapılmış... Bu kongrelerde Rektör Cin, Üniversitelere Mevlânâ'nın “Allah ve İnsan sevgisi”ni hatırlatmış... Sevgiden örülmüş bu ışığı, hayat yolunda karşılaşacakları problemlerin üzerine çevirmelerini; geleceğe bu sevgi, bu ışıkla bakmalarını teklif ve telkin etmiş...
İlmî kongrelerin ardı-arkası kesilmiyor: Yine 1985 yılında “Anarşi ve Teröre Karşı Atatürkçülükte Bütünleşme Sempozyumu” tertip edilmiş... Bu sempozyumun açılış ve kapanış konuşmalarında Rektör Cin, “Atatürk'ün görüş ve düşüncelerini kendi ideolojileri istikametinde yorumlayarak, gençliği Marksist-Leninist yönde şartlandıranlara; onu, ihtilâlci; sınıf savaşçısı olarak gösterenlere” karşı çıkmış... Atatürk'ü kalkan yaparak, “Türk tarihini, Türk dilini, Türk örf ve âdetlerini, bütünüyle Türk kültürünü tahrip etmeye yeltenenler”in içyüzünü açıklamış... Bütün bunları basılan tebliğlerden su içer gibi okuduk.
Atatürk'ü, Atatürkçülüğü ve devletin temel ilkelerini bu milli değerlere bühtanla, kendi şahsî tercihleri istikametinde yorumlayarak, on yıllardır bu milletin sırtında bir kırbaç gibi kullananlara karşı bu yapıcı sese ne kadar hasrettik değil mi?..
Selçuk Üniversitesi Akif'i unutmamış. 1986 yılında “Ölümünün 50. Yılında M. Akif Ersoy'a Armağan” olarak 165 sayfalık büyük boy bir eser yayınlamış. Bu eserin önsözünde Rektör Cin, aynen şöyle diyor:
“Türk çocuğu ecdadını, tarihini ve millî kültürünü öğrendikçe, güç işleri başarmak için kendinde büyük bir moral güç bulur...” Nasıl, ilâve edecek bir şey var mı?
Eskiden bir “bürokrat-tip” vardı. Yüzü gülmeyen, robot gibi, belli söz ve davranış kalıplarının dışına çıkamayan... Halil Cin tipi ile özellikle üniversiteler yönetimimiz yeni bir uslüp, yeni bir tavır kazanmıştır: Her türlü fanatizmden uzak; bastığı yeri bilen; geçmiş ve geleceği kucaklayan; yetişme tarzı ne olursa olsun insanını seven... Bunu şuradan da anladık ki, en yakın yardımcılarından başlayarak, üniversite çevresi sayın rektörün, bu sıcaklık ve kıvraklığında bütünleşmişler. Onu gördük.
Bu kıvraklıktır ki, Selçuk Üniversitesi kısa zamanda 8 fakülte, 7 yüksek okul, 3 enstitü ve 2 araştırma merkezi ile bir büyük üniversite olma yarışına girmiş... “Sen-ben” kavgası yerine sürekli hamle ve bu terakki etrafında bütünleşme...
Bizde bir hastalık var! Osmanlı'yı sevenin Cumhuriyet'e, Cumhuriyet’i benimseyenin Osmanlı'ya ve bütünüyle geçmişimize karşı çıkması garabeti... Bu yanlış, Selçuk Üniversitesi yönetiminin bütünleştirici çizgisinde düzeltilmiş... Bu üslûp, inşallah bütün üniversitelerimize, basın müesseselerimize ve idarî kademelerimize bir deva gibi yayılır.
Selçuk Üniversitesi'nin merhum Erol Güngör'le başlayıp, Sayın Halil Cin ile sürdürülen üslûbunu bu aksiyoner çizgide bulduk.