Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“BULANIK SUDA BALIK AVLAMA, SİSLİ HAVADA AV ARAMA GİBİ BİRŞEY” - 15 Kasım 1986

Gören bir göz için hayat o kadar çok ibretler­le dolu ki!.. Burdur, Antalya ve İçel'i içine alan bir kısa seyahatte bunu bir daha anladım.

Antalya'dan Anamur'a gidiyoruz. Otobüsü­müz Alanya'da mola verdi. Terminal içerisindeki bakkaliyeden bir meşrubat almak istedim. Ben­den önce gelen bir yolcu, fiyatının kırkbeş lira olduğunu sonradan öğrendiğim bir küçük çiko­lata ile her zaman 60 liraya aldığımız bir maden suyu istedi. Fiyatını sorunca da 190 lira cevabını aldı. İtiraz etmek istedi ama tezgâhtar ondan bas­kın çıktı. Hepimiz sustuk ve hiçbir şey almadan oradan uzaklaştık.

Bir saat kadar sonra otobüs bu defa Gazipa­şa'da mola verdi. Alanya'da alamadığımız maden sodasını burada olsun alalım dedik. Tabiî ki fiyatını önceden sormak bize zül geldi. İçtikten sonra fiyatını öğrendik. “Yüz lira” denildi. “Dilsiz şeytan” olmamak, biraz da tecessüsümü tatmin etmek için olacak, ilgilendim. Maden sodasının gerçek fiyatını öğrenmek istedim. “-Yüz liraya çıktı abi!” cevabını aldım. “Her yerde 60 lira olan maden sodasını Gazipaşa'da kim 100 liraya çıkardı evlâdım?” diyecek oldum. “Patron abi patron!..” diye öyle bir bastırdı ki, belli ki adres olarak Ankara'yı gösterecekti... “Biz işte bunun için adam olmalıyız...” diye ileri-geri dolaşırken, gözüme resmî plakalı bir ara­ba ilişti. Saat gecenin onbiri... Bu da nesi deme­ye kalmadı, bir de baktım, içeriden sarhoş naraları geliyor. Resmi araba bir duruyor, bir kalkı­yor. Acı frenle durdukça kapı kapanıyor, son hız­la kalktıkça açılıyor. “Bu nedir?” diyecek oldum, sorduğum insan benden dertli. “Sormayın abi?!” dedi, boynunu büküp, bizden uzaklaştı...

Mersin'den Ankara'ya bir mesai günü kaza­nalım diye gece yolculuğu yaptık. Gece vakti oto­büsün içinde bir sigara dumanı ki, nefes alabilene aşkolsun... Yanıbaşımızda çocuklu bir aile ardı. Çocuk midesi bulandığından şikâyet ediyor. “Amcalar sigara içmesin anne!..” diye sızlanıyordu. Bir ön sırada oturan yaşı 20 civarında ya var a yok bir genç bayan, ağzından burnundan si­gara dumanı fışkırtarak geri dönüp kadınlık ter­biyesi ile bağdaşmayan bir tavırla “Rahatsız oluyorsan, anne babana söyle, özel arabayla seyahat etsinler” demesin mi? Hiçbirimiz “Asıl rahatça sigara içmek istiyorsan sen özel arabayla seyahat et” diyemedik...

Bizde her nedense her şey “devlet”ten, hükü­metten beklenir. Devlete, hükümete, idareye yar­dımcı kamuoyu” yok... Yukarıdaki olaylar, va­tandaşın müdahalesi, en çok, resmî araba misalinde olduğu gibi, haber vermesiyle düzelecek ka­dar basit olaylar.

Kurtulamayız. İşte bir misal daha: Otobüsü­müz gece saat 01.30'da Anamur'a geldi. Termina­lin hemen yanında bir cami var. Görevli olduğu bu camiye bir kütüphane kazandırmak için An­kara'lara kadar başvuran gayretli imamından ta­nıdığımız Kıbrıs Camii... Yanıbaşında 20-25 met­re var-yok, oyunlu-çalgılı bir kahvehane... Gece­nin bu saatinde öyle bir kaset müziği ve iştahla oyun oynayan öyle bir kalabalık ki, bu ses, bu şa­mata ile burada nasıl namaz kılınıyor şaşmamak mümkün değil... Bunu da geçtik, hani mabetlerin belli mesafe yakınına bu gibi yerler açılamaz­dı?.. Kamuoyu nerde, yetkililer nerde?

Siz hiç “Musevi”nin cami yaptırdığını gör­dünüz mü?.. Yaptırmışsa; buna “Mescid-i Dırar” denir... Mescidi-Dırar, diyelim ki, bazı saf cemaati kandırabilir. Ya 40 yıllık “hoca”yı kandırmışsa, buna ne denir?.. Buna da “Ahirzaman alâmeti” denir...

Basın ve haber ajanslarından zaman zaman telefon edilir. “İrtica” gibi, “din-devlet-laiklik” münasebetleri gibi hassas konularda “bilgi” al­mak isterler. Zira bu konular basın için tecessüs konuları, tiraj malzemeleridir. Bulanık suda balık avlama, sisli havada av arama gibi bir şeydir. Bu defa da öyle oldu. Telefonda bir haber ajansın­dan aradığını söyleyen genç ses, heyecanlı idi. “Buldum?”, “Buldum!” der gibi idi... Meğer, tarihî İskilip ilçemizde, kaymakamlık ve müftülük başbaşa vermişler, “cuma namazı”nı, devlet da­irelerinden ve işyerlerinden katılmak isteyenler de yetişebilsinler diye 15 dakika kadar geç baş­latmayı kararlaştırmışlar. “Laik bir ülkede bunu nasıl yaparlar?”, “Bu konuda biz neler düşünüyoruz?” Bunu soruyordu... Güldüm, “Delikanlı!” dedim. “İdare kendini namaza uydurmamış ki, namaz kendisini idareye uydurmuş...” Avını ka­çırmış genç avcı, üzüntüsünü saklayamadı. “Ben başka türlü düşünmüştüm” diyebildi...

İşte bizim kamuoyu oluşturma vasıtalarımızdaki seviye!.. Bu kafa yüzünden, “din-devlet” mü­nasebetleri gibi fevkalâde olgunluk, soğukkanlı­lık isteyen hassas konularda devirmedik çam mı bıraktık?!

Biz işte bunun için adam olmayız...