DEMİRPERDE ÜLKELERİNDE BİLE GÖRÜLMEYEN ÇİRKİN BASKILAR!
Yunanlıların yaptıkları bunlardan ibaret kalmadı şüphesiz. Türk-Yunan ilişkileri inişli-çıkışlı bir seyir takip ettikçe, buradaki müslüman cemaatın kaderi de bu iniş-çıkışla münasebetlerden doğrudan etkilendi.
Önce yasak bölgeler ihdas edildi ve kuzey Balkan bölgesi, ova bölgeleriyle ayrıldı. Bilahare Bulgar sınırındaki Balkanlı müslümanlara ayrı ırklar oldukları telkin edildi. Onlara kâh Büyük İskenderin torunları, kâh Agrlanların torunları oldukları; Kuman ve Peçeneklerle ise sadece kan karışımları bulunduğu telkin edildi. Bu iddiaya göre İslamiyet, Türk olmayan bu kavme zorla kabul ettirilmişti.
O halde Türk olmadıklarını bile bu cemaat (Pomaklar) Türklerle birbirlerine düşmeli idiler. Böylece bir devletin teb'ası arasında sun'i ayrılıklar sokması garabeti ortaya çıkıyordu. Fakat bu olmadı. Türk olmadıkları kurnazca telkin edilen Pomaklar, gelenekleri; inançları aynı, fakat dilleri ayrı olan Müslüman-Türk cemaatına daha çok yaklaştılar. Hatta aynı gelenekleri; aynı inançları paylaştıkları, farklı olarak sadece Türkçe konuşan kardeşlerinin dillerini benimsediler. Böylece bu silah ta geri tepti. Yunan idaresinin Batı Trakya Türklerine baskısı bununla bitmedi. Yunan vatandaşı olan, Anayasa ve kanunlar önünde Hristiyan-Rum cemaati ile eşit haklara sahip bulunan Müslüman-Türk cemaatine Anayasa ve kanunların tanıdığı hakları esirgemeye başladılar. Bu ayrım Türk cemaat ilkokullarındaki Türkçe saatlarından ve Türkçe eğitimi öğretmenlerine verilen maaştaki farklılıkla başladı ve 20. asır insanlığını utandıracak uygulamalara kadar uzadı.
DEMİRPERDE ÜLKELERİNDE BİLE GÖRÜLMEYEN ÇİRKİN BASKILAR
Batı Trakya Türklerine Yunan idaresinde bugün yapılan akıl almaz baskılar, hürriyetin, mülkiyetin bulunmadığı demirperde ülkelerinde bile görülmeyen iptidai ve zalimce boyutlara ulaşmıştır.
Bunlar, ana başlıklarıyla şöyle özetlenebilir:
Türk Cemaatına yeni inşaat ve mevcut yapılar üzerinde tadilât ve tamirat ruhsatı verilmemektedir. Bu yüzden aileler üstüste oturmakta; eskiyen binalar boşaltılarak yıkılmaya terkedilmektedir.
Gayrı Menkul alımı izni tanınmamaktadır. Müslüman-Türk'ün Hristiyana gayr-ı menkul satması serbest: fakat Türk'ün Türke veya Hristiyanın Türke gayr-ı menkul satışı yasaktır.
Traktör ve araba kullanma izni kurnaz ve Pişkince bahanelerle ısrarlı bir şekilde esirgenmektedir.
Hangi çeşit olursa olsun, ticarethane ve işyeri açma ruhsatında Müslüman Türk cemaatı mahrumdur.
Müslüman-Türk köylüsüne kiraz, elma, ceviz bahçeleri; verimli sulak arazileri, üniversite, sanayi alanı havaalanı vb. yapılacağı bahanesiyle yok pahasına istimlak edilmektedir.
500-600 yıldır nesilden nesile tevarüs yoluyla intikal eden tarlaları nahiye veya hükümet malı olarak gösterilmektedir.
Evkaf emvali çeşit şekillerde tecavüze uğramakta ve ortadan kaldırılmaktadır.
Türk Cemaati ilkokullarındaki müfredatın yetersizliği ve öğretmenlerine sağlanan maddi imkanın azlığı sebebiyle esasen zayıf yetişen Türk çocuklarına buna ilave olarak ayrı muamele yapılmakta bu suretle orta ve yüksek tahsil imkanları ortadan kaldırılmaktadır.
Müslüman-Türk cemaatına devlet memuru olma imkanı tanınmamaktadır. Devlet memurluğu kapıları Türklere kapalıdır.
Ziraatla uğraşanlara, şeker pancarı gibi verimli mahsullerin ekim izni sınırlı ve esirgenerek verilmektedir.
Son zamanların nevzuhur bir uygulaması ile de bazı işgüzar yöneticilere Türk cemaatı din ve isim değiştirmeye zorlanmaktadır.
YAPILANLAR KANUNA DAYANMAMAKTADIR
Yukarıda belirtilen uygulamanın hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Kanun önünde azınlık-çoğunluk tefriki yoktur.
Yapılanlar mahalli idarelerin (Valilik, Belediye, Karakol Vb.) işgüzarlığı mıdır, yoksa merkezi hükümet bunlardan haberdar mıdır? Her iki halde de sonuç Türk cemaatı için değişmemektedir. Ancak bu baskılar öyle pişkince yapılmaktadır ki, mahalli azınlık basınında çıkan yazılar; ilgili Bakanlıklara, hatta hükümet ve devlet başkanına yapılan müracaat ve duyurular, sağır sultan sessizliği ile karşılanmakta ve sonuçsuz kalmaktadır.
Aslında, yukarıda belirtilen vâkıfların bir kısmının istisnaları da el-hak vardır. 120 bin cemaat arasında traktör ve araba kullanma ehliyeti olan; ticarethane işletme ruhsatı verilen, devlet dairelerinde çalışan bir kaç kişi elbet vardır. Bunlar devede kulak bile olmayacak; binde, onbinde bir; "yok"la eşit istisnalardır. Mahalli ve merkezi idarecilerce; "işte araba ve traktör kullanan"; "işte işyeri ve ticarethane açan"; "işte devlet dairesinde çalışan"; "işte devlet okulunda okuyan" diyebilmek için nokta ve kilit kozlardır.
CÜR'ETE BAKINIZ Kİ
Cür'et ve pişkinliğe bakınız ki, bu çağ ve insanlık dışı baskılar, ülke içinde veya ülke dışında gündemde getirildiğinde merkez ve mahalli idareler susmakla kalmamakta; muslüman cemaat arasında bazı memurlar dolaştırılarak "kendilerine baskı yapılmadığına"; "Yunan idaresinden memnun bulunduklarına"; "Kanunların eşit uygulandığına" dair hazırlanan dilekçe ve yazılar tehdit ve şantajla imzalatılmak istenmektedir.
Bu tehdit ve şantajlar, tabii olarak az da olsa amacına ulaşmaktadır. Kaderi yerli hristiyan cemaat ve idareler ile iyi geçinmek olan bir insanın bu tehdit ve şantajlara hangi ölçüde ve ne kadar süre karşı koyabileceği; her akl-ı selim sahibince takdir edilebilir. Bu tür baskıların ağırlık ve müesiriyeti ancak yaşayanlar tarafından bilinebilir.
Bu tür uygulamalar, maalesef Yunan idaresine "Yakın olan" "Olmayan" tefriki doğurmuştur. Bu suretle sayıları "3"; "5"te olsa Türk cemaatı arasında "idareye yakın" kimseler türemiştir. Bu da cemaatın kendi içerisinde bir tedirginlik meydana getirmiştir.
Bu girişim, aslında yapılan baskıların itirafıdır. Ancak çağ, "Müslüman"ın derdine (Müslümanlığın yanında hele bir de Türklük varsa) o kadar sâmit ve sessizdir ki, Batı Trakya'da yaşayan 2 Yüzbini aşkın müslüman-Türk'ün sessiz ızdırabı, bir türlü himmetli eller, gönüller bulamamaktadır.