Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
VAHDETE DAVET - 30 Temmuz 1977

VAHDETE DAVET
İslâm cemaatı bir «FETRET» yaşamakta... Bu fetret, cemaatın önderlerinden geliyor.
Din kültürü ve yaşayışı son asırlarda mücerred ibadetten ibaret sayıldı (Mahir İZ: Yılların İzi, İrfan Yayınevi, İst. 1975, Sh.. 127).
Bunun sonucu, İslâm'ın özü değil, kabuğu ile uğraşan ve öze inemeyen «ALİM»ler yetişti. Cumhuriyet'e gelinceye kadar süren bu devrede bir «EBUSSUUD», «İBN-İ KEMAL» ve «HIZIR BEĞ» bulmak mümkün değildir.
Din eğitiminde Cumhuriyet'le başlayan inkıta devrinde «İLİM POSTU», İslâm aksiyonunu temsilden uzak ama bid'atlara «DİN KİSVESİ» giydirmeyen bu kabukta, fakat samimî «ALİM»lerce temsil edildi.
1949'da İlahiyat Fakültesi'nin açılmasıyla başlayan ve sonradan hız kazanan «Din Eğitimi», İslâm'ı yüceltme potansiyeli vadederken, son yıllarda birdenbire bir «YOZLAŞMA» vakıası ile karşılaşıldı.
FETRET Mİ?
Bu yozlaşma bir «FETRET» başlangıcı mıdır? İlme tâlib olanlardan başlayarak «FETVA MAKAMI»nda bulunanlara kadar «TEBLİĞ» ve «İRŞAD» neslinin tamamını, hatta İslâm cemaatını sarma istidadı gösteren bu yozlaşma nereden geliyor?
DAVRANIŞ STRATEJİSİ :
Muhtaç olunan, «TEVHİD AKİDESİ» ne yakışır yaşayıştır. İslâm aksiyonu kaybolmuş, onun yerine hesabsız ve sonuçsuz bir «KOŞU» başlamıştır. Yanlışa da, doğruya da yorumlanabilen bu koşuya, «CİHAD» adı takılmıştır.
Cihad, hesabsız bir «SALDIRI» değildir. Gözü kapalı kavga «CİHAD» olamaz. Cihatta aksiyon vardır. Plânlı, akıllı davranış stratejisi, cihadın özelliğidir.
Harezmli'yi Selçuklu üzerine salan; Selçuklu'yu Selçuklu'ya kırdıran «KÖR DÖĞÜŞ»ü Bizans üzerine fethe yönelten cihat ruhu «SAÇLI HAFIZ»ın; «SARI HOCA»nın oluşturduğu aksiyoner davranış stratejisi değil midir?
Genç Sultan'ın ümidini yitirdiği anlarda «FETİH HADİSİ» ile «FETİH RUHU»nu canlandıran ve şahlandıran Akşemseddin, bu aksiyonun temsilcisidir.
Kanunî Süleyman'ın atının dizginini kavrayan köylü; Yanlışa düşerse O'nu doğrultmak için «EMİR-ÜL MÜ'MİNİN»e kalkan kılıç; Çanakkale'de yenilgi olup bittisi anında düşman gemilerine yöneltilen «SON MERMİ», bu aksiyonun tarihî örnekleridir.

CİHAT MI, NEFİS Mİ?
Cihat, aksiyon denilen hesaplı; şuurlu davranışla yapılır. Her zafer, böyle bir stratejinin eseridir. Tarihimiz bunun çok güzel örnekleriyle doludur.
İstiklâl Savaşımız İzmir Müftüsü Rahmetüllah Efendi; Burhaniye Müftüsü Mehmet Muhip Beğ; Edremit Müftüsü Hafız Cemal Efendi; Tire Müftüsü Sunullah Efendi gibi yüzlerce «SARIKLl MÜCAHİD»in kurduğu mukavemet teşkilatları; Mehmet Akif gibi «GUÇLU SOLUK»ların cınad davetleriyle kazanılmıştır.
Davranış stratejisi, doğru olanı yapma; yapılacak davranışın «YER»ini ve «ZAMAN»ını seçme aksiyonunu ifade eder.
Kendimize bu açıdan baktığımızda bir «AHİR ZAMAN ÇÖZÜLÜŞÜ» içerisinde bulunduğumuz gözden kaçmamaktadır.
Tarihte «ÜMMET»in cihad ruhunu canlı tutan «DİN ÖNDERLERİ»nin bugün müessif bir «İNFİRAD» içerisinde oldukları görülmektedir. Menşei; meşrebi; mesleği ayrı bu «ÖNDER»ler, peşine düşenleri ayrı istikametlere çekmektedirler.
Sayıları yarım düzineyi geçen Yüksek İslâm Enstitüleri; yüzleri bulan İmam - Hatip Liseleri; binleri aşan Kur'an-ı Kerim Kursları; İlahiyat ve İslâmi İlimler Fakülteleri ile son asırların en güçıü canlanışını temsil etmesini beklediğimiz nesil, garib ve acı bir «KÖR - DÖĞÜŞ»ün içerisine düşürülmüştür. Son seçimlerde aynı seçim çevresinde 4 ayrı partiden «SİYASET LİBASI» giyen tanınmış hocalarımızın seçim kürsülerinden birbirlerine «ATIŞ» yaparken nelerini kaybettiklerini acı acı seyrettik.
Elinizdeki Bülten «MUHASEBE»; «KUR'ANDA BİRLEŞMEK»; «EBU UBEYDESİ OLMAYAN DARGINLIK»; «İMAM» yazılarıyla geçmiş sayılarında «FETVA EHLİ»nin parti libâsı giymesindeki tehlikeyi okuyucularına duyurmuştur.
İslâm cemaatının önderleri; hasbelkader irşad postuna oturmuş bu sorumluluğu büyük kişiler artık cemaatı «İDLAL»den vazgeçmelidirler.
Nefis, cihat ruhunun yerini almıştır. Manevî tekâmül, nefsin öldürülmesi ile başlar. Nefsinin peşine takılan ve buna «CİHAD» adı takarak sokakları bol paçalı; parti amblemli «MÜCÂHIDÂN» takımı ile dolduran «DİN ÖNDERLERİ» (!), bu nefsi davranışlarının «AHİR ZAMAN»daki yozlaşmayı hazırladığını bilmelidirler.
Bir kısmı sokağa «TALİB» olan; bir kısmı dersânelere kapanan; bir kısmı elindeki «AMİRLİK GÜCÜ» ile meslektaşlarını ezen; ama hepsi nefis putunun esaretinde yaşayan bu «ÖNDERLER», cemaatımızı bir dağılmanın (Fetret) içine düşürmüşlerdir.
Bunun vebali büyüktür.
Dün şu meslek, bu meşreb; bugün şu parti, bu parti diye ayrılarak, -temelde iyiniyetli olduğu halde- sonunda İslâm cemaatını bölen bu davranışlar, bugün tehlikenin doruk noktasına ulaşmıştır.

YAPILACAK ŞEY NEDİR?
Müslüman, nerede hangi davranışın yapılacağını bilen kişidir.
«Amel» salt bir stratejidir.
«Ahir Zaman» şartlarının hangi davranışı gerektirdiği, «AHİR ZAMAN PEYGAMBERİ»nin kendi hayatından alınabilir.
Bedir, Uhut, Hendek savaş plânları Bedir Ehli; Uhut Ashabı ve Hendek Müslümanları ile istişare edilmiştir.
İstişare, Allah Resülü'nün yaşadığı ve tavsiye ettiği en önemli sünnetidir.
Bugün yapılacak şey, cemaatı temsil eden «DİN ÖNDERLERİ»nin biraraya gelerek bir «DURUM DEĞERLENDİRMESİ» yapmalarıdır.
İl ve İlçe Müftülerinden başlayarak; İlahiyat, İslâmî İlimler Fakülteleri; Yüksek İslâm Enstitüleri; İmam - Hatip Okulları Meslek Dersleri Öğretmenleri; meslekî kuruluşlar yöneticileri, meslek ve meşreb taassubunu atarak kayıtsız şartsız biraraya gelmelidirler.
Ahir zamanda başlayan yozlaşma ve fetret ancak bu şekilde bozulabilir; yeniden canlanma ancak bu şekilde sağlanabilir.
Bu davet, «SÜNNET» gereği yapılan tarihî bir çağrıdır!

Haber Bülteni -DEVLET BAKANI SAYIN S. ARİF EMREYE AÇKIK MEKTUP
Muhterem Bakanımız,
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sizin sorumluluğunuza tevdî buyurulması, Federasyonumuz ve «DİN CAMİASI»nın memnuniyetini mucib olmuştur.
Bu ifade, her Bakan vazifeye başladığı sırada ortaya konan bir nezaket ifadesi değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yakın ve uzak geçmişinde aldığı yaraların; el'an devam eden ciddî huzursuzlukların; istikbâle dönük sıkıntıların bugünden halli için size bağladığımız ümidin sonucudur.
Politik ağırlık ve tecrübeniz; bundan önceki Bakanlığınız sırasında yürüttüğünüz icraatınız; yaşınız; «Arif» şahsiyetiniz tarihî vazifenizde size ümit bağlamamızın haklı sebepleri olmuştur.
Muhterem Bakanımız;
Din hizmeti, «Ümmet»in tamamına hitabeden; ümmet arasındaki kırgınlık, kavga ve rekabette taraf olmayan; parti çekişmelerinin kaldırdığı «Toz - duman» ve «Gel - geç» rüzgârlara bulaştırılmaması mecburî olan mukaddes bir hizmettir. Bu mukaddes hizmetin yürütülmesinde tarihi bir sorumluluk yüklenmiş bulunuyorsunuz. Vazifenizin ve mes'uliyetinizin «TARİHİ VEBALİ DÂİ» oluşunu mükerreren hatırlatmamız sebepsiz değildir. Vazifeyi devraldığınz «Zaman kesimi», bir dönüm noktasıdır.
Bunun sebeplerini arzetmeye çalışacağız:
1 — Din hizmetleri «Politik Mülâhaza»ların üstünde tutulmalıdır. Partisi, mesleği, meşrebi ne olursa olsun cemiyetin tamamına hitabetmesi mecburi olan «Din»in politik mülâhazalara bulaştırılması, «Din Hizmeti»ni yürütenleri sonunda ve kaçınılmaz olarak «Ümmet» içerisinde «Taraf» duruma düşürmektedir.
Halbuki Din adamı herkese hitabeden; toplayıcı; sözü dinlenir; eli öpülür kişi kalmak zo-rundadır.
Kürsüde vazeden; minberde hutbe okuyan; mihrabta milletin önüne geçip namaz kıldıran kişinin, önderi olduğu cemaatın ayrıldığı gruplardan birini tuttuğu intibaını vermesi o kişiyi diğer gruplar gözünde «Taraf» durumuna düşürür. Sonunda ve kaçınılmaz olarak Din adamı, bazı kişi ve gruplarca «Dinlenmez»; en azından «Şartlı dinlenir», ve ümmetin toptan, kayıtsız ve şartsız peşinden yürüdüğü kişi olmaktan çıkar.
Bu gidiş çok vahîm tehlikeler doğuracaktır.
Din adamı, «Taraf»; bazı kişi ve gruplarca «Dinlenmez»; ümmetin toptan teslim olmadığı kişi olunca ümmetin birliğini kim sağlayacak?
İstiklâl Harbi'mizde «KALKIN EY EHL-İ VATAN!» deyip bütün bir milleti peşine takarak düşmanı denize döken «MÜRŞİD»i böylesine bir sürükleyicilikten ve toplayıcılıktan koparıp «Taraf» yapmanın kefareti ne ile ödenir?!
2 — Din hizmetinin ve Din hizmetlilerinin politik mülâhazaların üstünde ve dışında tutulması şeklindeki arîzamızı, «Karşı bir politik mülâhaza» ile ortaya koyduğumuz zannedilmesin.
Teklif, teşhis ve kanaatlarımızın tarihî sebepleri vardır. Asr-ı Saâdetten bu yana çok fırka; grup; hanedan gelip geçmiş, fakat «Din» devam etmiş ve Din adamı hiçbir hanedanın ve grubun adamı durumuna düşüp toplayıcılığını ve itibarını yitirmemiştir. Aksine «Fetva»sı ile Padişahlara; Meliklere ve «Ümmet-i Muhammed»e yön vermiştir. Halifeye O'nun fetvası ile biat edilmiş; O'nun fetvası ile harbe girilmiş; O'nun fetvası ile sulh imzalanmıştır. Bunu «Ulema»nın «Taraf» değil, «Te'lif Edici» şahsiyeti, sağlamıştır.
«Ulema»nın ayrı istikametlerde «FETVA» vermiş bulunması, «Ümmet»i taraflara böler ve kardeş kavgasına düşürür. Bu bakımdan Ulemânın «Te'lif edici»; «İnanılır» kişi olmaktan çıktığı tarih sayfalarımız karanlıktır.
Din adamının politik mülâhazaların; ümmet içerisindeki kavga ve «Rekabet» in üstünde tu-tulması şeklindeki kesin kanaatimiz ve teklifimiz, Din adamlarının teveccüh gösterdikleri bir parti aleyhine veya başka partiler lehine bir girişim değildir.
Zira;
3 — Din adamının tarafsız kalması, Dinin hedeflerini amaç olarak seçmiş «Bir Parti»nin aleyhine değil, lehinedir.
Din adamının her partilice «Dinlenir» kişi kalması O'nun her partiden adama sözünü dinleterek onların «Din çizgisi»nde toplanmalarını sağlar. Din çizgisinde toplanan şuurlu Müslüman ise rey atacağı zaman inançlarına uygun partiyi seçecektir. Bu sebeple Din adamının tarafsız kalması ideali, zannedildiğinin aksine Dine yakın partinin faydasınadır.
Altın yumurtlayan tavuğun etine tamaen kesilmesi gibi, her partiden adama Dini tebliğ ederek onları şuurlandıran Din adamına «Parti Libası» giydirilmesi; parti taraftarı haline getirilmesi, O'nun dışarıdan adam kazandırma faaliyetini durdurmaz mı?
«Tarafsızlık» teklifimiz, «Bir Parti»ye hizmete matuf bulunmamakla beraber bu mantıki izahı yapmak zorunda kaldık.
Muhterem Bakanımız,
Din adamlarının bugün yukarıda arzedilen vahîm tehlikenin içerisine düşürüldüğü teşhis ve izahlarımızı haklı çıkaracak bir vakıaya işaret etmek istiyoruz:
4 — Diyanet İşleri Başkanlığı'nın merkez ve taşra teşkilâtında bugün gözle görülen bir kırgınlık ve çoğu politik temelli bir huzursuzluk vardır.
Parti mülâhazaları, «Tebliğ» müessesesinden üstün tutulur gibidir.
Din adamları; tarafsız kalması zorunlu bu irşad nesli, «Parti tutar» hale gelince, toplayıcılık vasfını yitirmiş; hatta daha ileri giderek ümmet içerisindeki politik çekişmelere fiilen girmiş ve yer yer bu kavgada «Baş - çeker» hale gelmiştir.
Bunun sonucu Din adamı itibarını yitirmiştir. İnkârı mümkün olmayan bu vakıa, korkulur ki giderek Din adamının ve Din'in te'lif edici; yol gösterici fonksiyonunu kaybetmesine yol açacaktır.
Bunun vebalini kim yüklenebilir?!..
Muhterem Bakanımız,
Kur'an-ı Kerim Kursları; İmam - Hatip Liseleri; Yüksek İslâm Enstitüleri ve İlahiyat Fakültesinde okuyanlardan başlayarak Diyanet İşleri Başkanlığı personeline kadar, hatta daha ötelere uzanan Din camiası, geniş bir camiadır. 12 yaşından emekliliğe kadar uzanan bu her yaş kesiminde insanların «Tebliğ» ve «İrşad» usulüne uymayan bid'at ve yanlış temelli vakıalarla şartlandırılmaları, istikbalimizi korkunç bir kâbusla karartmaktadır.
Yarına, «İrşad Nesli» diye bid'atlar peşinde koşan; birbirine kırgın ve barışmaz nesiller bırakırsak, bu nesil kimi «İrşad» edebilir? Böyle bir nesil kimi peşinden sürükleyebilir?
Cenab-ı Allah (C. C.) ın «İçinizden, hayra davet eden; iyiliği emir, kötülükten nehyeden bir nesil bulunsun» emr-i İlâhî'si nasıl tahakkuk eder?
Ecdadımız bu nesli (Tebliğ Nesli - Ulema), en sıkışık zamanlarımızda harbe bile götürmedi. Biz ki onları deyil cephe, cephe, gerisinde ve ümmet içerisindeki rekabette eritip tükettik..
Ümmete «Hakkı tebliğ eden; iyiliği emir, kötülükten nehyeden» nesil yerine üzerine «Parti Libası» giyerek gücünü ve enerjisini birbiri üzerinde bitiren bir «Tebliğ Nesli (!)» kalmıştır. Bu acıdır, fakat doğrudur.
Muhterem Bakanımız,
Kutsal mes'ûliyeti yüklendiğiniz «Zaman kesimi», bu yaraların tedavisi için iş işten geçmemiş bir zamandır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, merkez ve taşra teşkilâtı ile çok büyük bir teşkilâttır. Böylesine büyük teşkilâtın dert ve sıkıntıları da her zaman büyük olmuştur
Kadro ve bütçe yetersizlikleri; intibak şikâyetleri; Meclislerde kalan kanun tadili; nesillerin materyalizmle yozlaşma vakıası ile bu dertler, bugün de büyüktür.
Bu mes'elelerin üzerine «BİRLİK» ve «YEKPARELİK»le gidilebilir.
Sorumluluk makamında bulunanlar, birlik halinde bu mes'elelerin halli için uğraşmak zorunda olan bu geniş kitleyi iş işten geçmeden «YEKPARE»leştirmelidirler.
Zât-ı âlîniz bu sorumluluğun doruk noktasında bulunmaktasınız.
Gruplaşmalar sebepsizdir. Zira sebepler yüzeydedir. Hata, yüz yüze gelmemekten, konuşmamaktan doğmuştur. Peşin fikre kapılmadan; biraraya gelip konuştuktan sonra halledilmeyecek hiç bir mes'ele yoktur.
Sorumluluğun doruk noktasında bulunan tecrübeli ve te'lif edici bir kişi olarak mes'eleye kesin ve güçlü biçimde «EL KOYMALI»sınız.
Te'lif edici bildiğimiz şahsiyetinizle tarafları derhal dinlemeli; uygunsa bir masaya oturtmalı; ortada bölüşülemeyen bir «Yağma» olmadığına onları inandırmali; İlâhî tebliğ görevine onları geri döndürmelisiniz.
Gönlümüz Süleyman Arif Emre'nin tarihe palyatif tedbirler; ilgili dairelerin yapacakları günü - birlik işler ve fantezilerle Bakanlık süresini dolduran bir «Bakan» değil, «Tebliğ ve İrşad Nesli»nin en güçlü dinamizmini vadettiği bir sırada ortaya çıkma istidadı gösteren ve düşmanları keyiften çatlatan bid'at bir hastalığı güçlü neşteri ile tedavi eden bir «Vekil» olarak geçmesini istemektedir.
İsmi üzerine haksız ithamlar yöneltilen Federasyonumuz, bu konuya elinizdeki «Bülten»in ilk sayısından itibaren ciddiyetle eğilmiştir.
Teklifimizi bir «AÇIK MEKTUP» ile duyurmamız, önceden başlayan iyi - niyetli çabamızı sürdürmek içindir.
Vakit geçmeden ortaya koyacağınız güçlü «MÜDAHALE»nizi bekler; Hz. Ebûbekir (R.A.)e yapılan yerinde «İKAZ» gibi, tarihî bir vazife yaptığımız inancı ile elinizin «Erer»; gücünüzün «Yeter» olmasını dileriz.