Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
FİKİR HÜRRİYETİ, ZEHİR HÜRRİYETİ DEĞİLDİR - 16 Aralık 1999

(Hiçbir gazete, kanal, kurum ve teşkilat, milli ideallerimizi zehirleyen fikirleri -hürriyet adına- piyasaya sürmemelidir)

Fikir ve inanç hürriyeti, insanın doğuştan sahip olduğu haklardandır. Bu sebeple insanın var olduğu günden bu yana mevcuttur. Düşünce / fikir, insan olmanın lâzım-ı gayrı müfârıkı yani ayrılmaz parçasıdır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran akıl, düşünme meziyettir. Onun içindir ki "fikrin tarihi insa­nın arz üzerinde mevcut olduğu günden başlar" denil­miştir. Fikir ve inancın suç teşkil etmesi, harekete dö­nüşmesine bağlıdır. Fiile inkılâp etmeyen; düşünce olarak kalan fikrin suç olarak görülmesi düşünülemez Fikrin denetlenmesi, izlenmesi ve yargılanması haya­ta geçirilmesinden itibaren başlar. Bu, konunun ka­muyu ilgilendiren yani devlet planındaki boyutudur.

Hürriyetin bir de ferdi plânda kişisel boyutu var ki, o da ona layık olmak, hürriyetlerin yüklediği sorum­luluğu kaldırabilmek, hürriyetleri hazmedebilmektir. Erich Fromm yirminci asrın dramını hürriyetlerin ge­tirdiği sorumluluğu taşıyamamasında görür ve buna "hürriyetten kaçış" der. Kitaplarından birine de bu adı verir. "Hürriyetten Kaçış".

E.Fromm'un kastı şudur: İnsana birtakım hürriyetler vermek iyi bir şeydir. Fakat ferdi de buna hazırlamak lazımdır. Üskudarlı Talât Bey, bu liyakatsızlığı yani kişi ve toplumun hürriyetlerle verilen sorumluluğu tanıyamamasını acı-acı hicveder.

"Adam olmazsak, kalırsak biz bu istidatta
Devr-i hürriyet de birdir, devr-i istibdat da"

Talât Bey burada hürriyete layık olmak için "adam" olmak gerektiğini; yani insan olmanın hürriyetlerle getirilen sorumlulukları taşımağa yeter olmasını gündeme getirmekte; bunun bir terbiye/eğitim yani istidatların geliştirilmesi olduğuna işaret etmek­tedir.

Mehmet Akif de aynı konuyu dramatik bir şekilde işler:

"Bir de İstanbul'a geldim ki bütün çarşı-pazar
Naradan inliyor... Öyle ya, hürriyet var!.
Kim ne derse hemen el vurup alkışlanacak
Yaşasın! Kim Yaşasın? Ömrü olan: şak, şak, şak"

Artık sona eren 20. yüzyılın noksanı bu oldu. 21. Yüzyılı ömrü olan görecek. Hürriyetin arka plânı, tabir caizse alt yapısı hazırlanmadan kişiye hürriyet ve­rilmesi, sonuca ulaşmağa yetmiyor. Hürriyete lâyık olabilmek için kişiye şahsiyet vermek lazım. Hürriye­tin ilk şartı ona lâyık olmaktır. İşte tam burada karşımıza İslâmiyet çıkıyor. İslâmiyet hürriyeti getirmekle kalmıyor, hürriyetin atmosferini de getiriyor. Yani hürriyetin sosyal şartlarını... İslamiyet'te hürriyet var­dır ama hemen yanında ferdî ve vicdanî mesuliyet de vardır. İslamiyet insanı hürriyetleri ve sorumlulukları ile olgunlaştırmayı hedef alır. Onun da şartı, bilgi ve iman sentezidir.

İslamiyet iyi, doğru ve mükâfatını da; yanlış, gü­nah ve mücazatını da göstermiş; cüz-i iradeyi ise, bu doğru ve yanlışı tercihte hür bırakmıştır.

İnsanımızı hürriyetlerin getirdiği, sorumluluğu ta­şıyacak seviyeye ulaştıramaz isek, işte bugünkü man­zara ortaya çıkar. "Kapalı gurup yapıları oluşur" Hürriyetin getirdiği sorumluluğu yüklenmeyi göze alamayan nesiller, sığınacak yerler ararlar. Bu sebeple yeni yetişenlerimizi bu sorumluluğa hazırlamak zorundayız. Hiçbir mesuliyet taşımadan emir almak; sa­dece emredileni yapmak kolay; hayatın sorumluluklarını idrak ederek o mesuliyetle yaşamak ise zordur. Bu "zor"dan kaçan insan, emir kulu olmaya; şu veya bu kampa; şu veya bu hücreye kapılanmağa hazır in­san demektir. Yapılacak şey insanımıza şahsiyet ka­zandırmaktır. Konunun bir başka boyutu, hürriyetle­rin istismarıdır. "Massachusett Kanunnamesi"nde hürriyet şöyle tarif edilir: "Doğru ve iyi olanı yapma hakkı"... Ne kadar doğru ?!.

Wintrop"un deyimi ile iki türlü hürriyet var:

 Biri, başı bozuk hürriyet. Hayvan da, ihsan da kullanabilir bu hürriyeti. Bu, hoşuna gideni yapmaktır. Böyle bir hürriyet her iyiye, her otoriteye, her kurala düşmandır. Hak ve hakikata da, barışa da, müsamahaya da. Her semavi din gibi İslamiyet de bu başı bo­zuk hürriyeti yasaklamıştır. Zira sonunda, keyfîlik ve daha önemlisi "hürriyetsizlik" vardır. Wintrop'un de­ğindiği hürriyetin ikinci çeşidi medenî ve ahlakî hürriyettir. Gücünü haktan- haklılıktan, doğrudan-doğruluktan, iyiden-iyilikten alan hürriyet. Wintrop'un bu tarifi semavi dinlerin öngörüsü ile kesişmektedir. Yüzyılların, binyılların kavgası işte bu hürriyet üzerinedir. Peyami Safa'nın deyimi ile fikir hürriyeti, zehir hürriyeti değildir. Hiçbir eczacı, önüne gelene avuç avuç zehir saramayacağı gibi, hiçbir gazete, dergi, yayın organı, kurum ve teşkilat, millî ideallerimizi ze­hirleyen fikirleri piyasaya sürmemelidir.

En kuvvetli bünyeden bile zehire karşı mukavemet bekleyemezsiniz.

Millî bünyeyi zehirli fikirlere karşı muhafaza et­mek; hürriyet kalkanı, zırhı ve iradesi ile bile gelse millet efkârını fitne ve fesat fikirlere karşı korumak herkesin ve her kesimin görevidir. Fikir, inanç ve ba­sın hürriyeti derken, bu hürriyetlerin nerede başlayıp nerede bittiğini iyi hesap etmelidir.

Biz de hürriyetin felsefî ve ilmî münakaşası yapılmamıştır. Hürriyetin sosyal şartları incelenmemiştir. Batıda bu inceleme bilhassa iki asırdır yoğun şekilde yapılıyor. Onların binlerce eserine karşılık, bizde bir tek eser bile yoktur. Hürriyet hakkındaki bilgilerimiz beyliktir. Bu beylik lâfların son derece girift sosyal şartlar karşısında hiçbir değeri yoktur.

İçeride ve dışarıda problemlerimizin kaynağı bu­dur. İç huzurun sağlanması buna bağlıdır. Adaylığımızın tescil edildiği AB’nde bizden öncelikle bu istenecektir.