(Tabiata ve onun keşfine yönelmek güzel... Ama asıl hüner, insana ve onun meçhullerine yönelmektir. Bu yapıldığında, asıl medeniyetin madde-mana müşterekliğinde olduğu anlaşılacaktır.)
İnsanın bilinen yanı C. Hakkın yarattıklarının en şereflisi olduğu. Semavî dinlerin bildirdiği bu: İnsan en üstün varlık. Zira o akıl taşıyor. Onunla doğruyu, doğru olmayandan ayırabiliyor... İrade ediyor, karar veriyor. İcad ediyor, keşfediyor, görüyor, biliyor, seviyor.
Akıl yanında bazan onu örten duyguları da var. Tutkuları, aşkı, hırsı. O'nun bilinmeyen yanı, işte bu görünmeyenleri.
Terbiye sistemleri insanın bu görünmeyen yanı ile meşgul. Akıl bir yandan bilmek ister, diğer yandan keşfetmek. O'nun malzemesi bilgi. İnsan, bütün bilgileri, ilimleri / bilimleri öğrenmeye müsait olarak yaratılmış. Bakara Suresi'nin 31. ayetinde ifade buyrulan budur. İnsanın mutluluğu yaradılışında mevcut bu istidadı geliştirmesi ile mümkündür. Bilmeye sınır yok. İlk insan Hz. Adem' den itibaren gördüğünü, dokunduğunu, duyduğunu, tattığını, hissettiğini öğrenen insan hep yeni bilgiler peşinde koştu. Öğrendiklerini bilgi dağarcığına koydukça henüz görmediğine, dokunmadığına, duymadığına, tatmadığına koştu. Tabiat ve kâinatın keşfi böyle gerçekleşti. Tabiat bilimleri böyle gelişti.
Şimdilerde insanlık, bilinenleri bırakıp, bilinmeyenlerin peşine daha çok yoğunlaşmış görünüyor. "Gidemediğin yer senin değildir"e paralel "ulaşamadığın bilgi senin değildir" yarışına girmiş bulunuyor. "Bilgi teknolojileri" akıl almaz bir hızla gelişiyor. Buna bağlı olarak bilgi algı-vergi ve kalkınma modelleri de..
Keşfedici akıl ve onun ürünü olan bilim insanı bir yandan kalkınmanın, üretimin aracı olmaktan çıkarıp objesi ve hedefi yaparken, diğer yandan bilimi insanın mutluluğuna tahsis ediyor. Hayat böylece kolaylaşıyor. Bir yandan kitaplık, ansiklopedilik, kütüphanelik bilgiler tüy kadar hafif disketlere ve bir kütüphanelik bilgi insan cebine sığdırılır hale gelirken, diğer yandan geleneksel metod, kurum ve oluşumlar da buna paralel olarak değişiyor. Yarın çocuklarımızın bugünlere bakıp, "Ne şanssız günlermiş!" diye bize acıyacaklarından şüpheniz olmasın. Bugünlere yukarıdan bakıp bilgi yüklemek için kâğıt imâl etmek, matbaalar kurmak, kitaplar basmak, kütüphaneler oluşturmak zorunda kalışımıza şaşıracaklar ve belki de bize acıyacaklar.
Böyle giderse bir dönem sonra kendi çocuk ve torunları da belli ki onlara acıyacaklar. Bugün bizim için henüz lüks görünen bilgisayar, disket bunlara bilgi yükleme ve arşivleme tekniği onlar için iptidaî metotlar olarak kalacak. Nitekim insan beyninin frekanslarına girme ümit ve çabaları bugünden başladı. Bilim gelişiyor. Tabiattan saf olarak alınan ve insan tarafından üretilen veriler bir düğmelik emekle bir anda binlerce, onbinlerce tahlil ve sentezden geçerek önümüze hazır sonuçlar koyuyor. Onlarca, yüzlerce, binlerce insanın günlerce çalışıp hazırlayacakları sonuçlar bir düğmeye basışta hazır hale geliyor. İşte bütün bunlar Cenab-ı Hakkın kendine halife, vekil ve nâib olarak yarattığı ve kendi kudretinden -kul gücünce- ona da kattığı insanın; onun aklının eseri.
İnsan onun için yaratılmışların en üstünü.
Madalyonun gözle görülür, elle tutulur dediğimiz fen ve tabiat bilimlerinde ulaştığı sonuç bu. İnsan ilmi, insanı tanıma bilgisi, toplum bilim diye ifade edilebilecek sosyal bilimlerde ise fen bilimlerindeki seviyeden daha gerilerdeyiz. Halbuki insanı diğer varlıkların en üstünü kılan nimetlerden biri akıl ise, diğerleri insanın keşif bekleyen o bilinmezleridir. Nefis taşımasıdır, vicdan taşımasıdır. Sevgi, duygu ve tutkularıdır. Kâinat kadar büyük, okyanuslar kadar dolu bilinçaltıdır. İnsanın ve insanlığın mutluluğuna giden yol, bu bilinmezlerin tatmin ve terbiye edilmesindedir. Öyleyse problemlerimizin kaynağı sosyal bilimlerdeki geriliğimizdir. İnsanlığın bilinmeyen bu meçhullerine yönelmedikçe, insan insanın kurdu olmaya devam edecektir. Gücü ve imkânı olanların güçsüzleri ezmesi sürecektir.
İnsana hizmet etmek, onun mutluluğunu sağlamak için kurulan oluşumlar, onu gütme ve güdüleme alışkanlıklarını sürdüreceklerdir.
Tabiata ve onun keşfine yönelmek güzel. Bugün kullandığımız, bizi medenî kılan imkânları o yönelişe borçluyuz. Ama asıl hüner, insana ve onun meçhullerine yönelmektir. Bu yapıldığı takdirde göreceksiniz, tek tek insan aklına yüklenen problemler, müşterek toplum aklı ile daha kolay çözülecektir. Bu müşterek akıl, ortak duygular, ortak anlayışlar bizi daha medenî kılacaktır. O zaman asıl medeniyetin madde-mana müşterekliğinde olduğu anlaşılacaktır.
Mutlu değiliz. Zira bilinmezlerimizle baş-başayız. Alexis Carrel onun için haklıdır. İnsan, bir meçhuldür. İnsan ve insanlık bilimiyle uğraşanlara düşen hüner ise onu çözmektir.