Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BUGÜNLERE ONUNLA GELDİK - 24 Aralık 1999

(Tarih boyunca devletin himaye edici elini her zaman yanında göremeyen insanımız, millet-milliyet ve varlığını bu sayede koruyabilmiş; hayatını onunla sürdürebilmiştir.)

Din, toplumun disiplinini sağlayan ilâhi bir müessesedir. İslâmiyet ise son din, gerçek dindir. Tarihimiz içerisinde İslâmi­yet'in etkin yaygın ve saygın bir yeri vardır. Kandil'lerde, bayram’larda, Cuma’larda, teravih’lerde, insanımız yüz-yüze, göz-göze gelmenin, kaynaşmanın heyecanını yaşamış­tır. Çağlar mevlit-mevlit, kandil-kandil bü­tünleşen Türk insanının din kardeşliği teza­hürleri ile aydınlanmıştır.

Son asrın buhranı, insanları aynı inançta, aynı heyecanda birleştirememe, başarısızlığı­dır. İnsan aklı, duyguları, kaprisleri olan bir varlıktır. Aklın duygulara yön vermesi, toplu­mun menfaatinin şahsi çıkarlara tercih edil­mesi, toplayıcı fikirlerin ruh ve zihinlere etki oranına bağlıdır. Türk insanını savaşta ve ba­rışta birleştiren hâkim fikir, yüce İslâm Di­ni'dir. Din bir lüks değildir. Din, hayatın için­dedir. Yaşanan, davranışlarımıza ölçü olan, emir veren bir disiplindir. "Namaz insanı her türlü edepsizlikten ve kötülük(fahşa ve münker)lerden men eder." ayeti, bunun ifadesidir. "Yalan söyleyen ve yalan (gibi kötülük) ile amel eden kimse (oruç tutuyorum zannede­rek, boşuna aç ve susuz kalmasın)... Zira o'nun yemeyi ve içmeyi bırakmasına Al­lah'ın (asla) ihtiyacı yoktur." hadisi, ibadetle­rin bir hikmetinin de insanın ahlâkını yücelt­mek olduğunu te'yit etmektir.

Din milleti oluşturan bir güçtür. Din birliği insan topluluklarını millet haline getiren, onu diri ve ayakta tutan en önemli kaynaktır. Hiç kimse bu ilâhi disiplinin dışında değildir.

Din konuşurken, alışveriş ve görev yapar­ken, çalışırken, askerin ve sivilin, işçinin ve patronun, esnafın, tüccarın, amir ve memurun kısaca herkesin, ruh enginliğinde duyması ve yaşaması gereken prensiplerdir. Başka bir de­yişle, din, camide ve seccadede bırakılan bir fantezi değildir. İşçiyi daha verimli, öğrenci­yi daha çalışkan, halkı kanunlara karşı daha saygılı, piyasayı daha güvenilir yapan faktör­lerden biridir din.

Dine saygılı toplumda cinayet, karaborsa, kanunsuz fiyat artışı, adam kayırma, rüşvet, zimmet, kanunlara karşı isyan yoktur. Bunlar, dine karşı saygısı azalmış toplumlarda kolay­ca filizlenen içtimaî hastalıklardır.

Kötülükler ve suçlar, polisin, jandarmanın görmediği yerde işlenir. Herkesin başına ise bir polis dikme imkânı yoktur. Bu disiplin, kalplere yerleştirilen manevî sorumluluk ve din şuuru ile kolayca sağlanır. O halde din eğitimi ve disiplini suçların önlenmesi bakımından kanunlara yardımcıdır.

İslâmiyet toplum ve kalkınma için itici bir güçtür. "İki günü birbirine eşit olan aklanmıştır." diyen; çalışmayı ibadet sayan; hiz­metçi ile efendiyi aynı sofraya oturtan; "İşçinin ücretinin teri kurumadan verilmesi"ni emreden; kul hakkını hak sahibinin affına bı­rakan; toplumun ma'şerî vicdanı içinde ona yön veren, yücelten, yükselten bir dindir.

Dindar millet çalışkandır. Fabrikasını ken­di kurar; makinasını, ilacını, silahını kendisi yapar, madenini kendi işletir. O halde ger­çek din, gerçek müslümanlık aydınlıktır, ışıktır, ileriliktir, medeniyettir. Bu ışığın, bu medeniyetin aydınlattığı mes'ud toplumlar­da cehaletin hoyrat eli ruhları karartamaz, zihinleri saptıramaz. Böyle toplumlarda tarihi materyalizmin inkâr tohumları insanı maddeleştirip maddîleştiremez.

Din, toplumu ayakta tutan sosyal bağdır. Tarihi zamanlar içerisinde okulun, yolun ışı­ğın giremediği yurt köşelerinde insanımız di­nin bağlayıcı, düzen verici otoritesi ile ayak­ta kalabilmiştir.

Türk insanı, büyük çilelerden, tecrübeler­den geçmiştir.

Halkımız arasında yetim malı hâlâ "doku­nulmaz şeydir"… Başkasının ırzı kendi ırzımızdır. Başkasının malı "kul hakkıdır" diye korunmuştur.

Tarih boyunca devletin himaye edici elini her zaman yanında göremeyen insanımız, Türklüğünü bu sayede koruyabilmiş, hayatını böylece sürdürebilmiştir.

Tarihimizde ölüyü soyan, güçsüze saldı­ran, devlet malını yağmalayan örnekler yoksa, bunu ulu müslümanlığa borçluyuz. Kul hakkını Allah'ın engin affediciliği dı­şında bırakan prensip, tarihimizi maddeci ve yağmacı bir tarih olmaktan kurtarmıştır. Tarihimizde insan, insanın kurdu değildir. İslâmiyet'in güçsüzlere, kimsesizlere uza­nan şefkat eli; sosyal yardım ve dayanışma müesseseleri sadece yakınları değil, en ya­kın komşu ve akrabadan başlayarak bütün insanlığı kapsayan geniş kardeşlik müesse­sesini kurmuştur. İslâmiyet'in sosyal daya­nışma ve yardım kurumları, zekât ve sada­kadan ibaret değildir. Doğan her çocuk top­lumun teminatı altındadır. Bu, aidatsız, başvurmasız, karşılıksız toplu sigorta demektir. Böyle bir teminat ancak Müslümanlıkta vardır.

İlâç bulamayan hastadan, açlıktan kıvranan yoksuldan, en yakından başlayarak çevre­-çevre bütün toplum sorumludur. "Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir" hadisi, bu konuda en güçlü prensibi koymuştur.

İslâmiyet'te ölçü madde değildir. Ölçü madde olursa, evlât-ana-babayı menfaati olduğu sürece sever. Tüccar müşteriyi çıkarı için aldatır. Asker cephede menfaati varsa savaşır. Böyle bir toplum mutlu, huzurlu bir toplum olamaz.

Din bir "lüks" ve fantezi değildir. Din, ha­yatın içindedir. Ailemizde, soframızda, düğün-derneğimizdedir... İşimizde, mesleğimizdedir. Kazancımızın, harcamamızın, ha­yatımızın ölçüsüdür... Bugünlere onunla gel­dik... Yarınlara onunla yürüyebiliriz...