İnsanda kötülük değil, iyilik esastır. Eşyada aslolan "ibaha"; insanlar arası münasebetlerde ise "beraet-ı zimmet"tir. İyilik, kötülüğe daima galiptir.
Müsbet olmak, müsbet düşünmek... En önemli noksanımız galiba bu... Hadi gazetelere alıştık ama, şu özel televizyon kanallarında biteviye pompalanan olumsuzluklar, hepimizi karamsar/ve kötümser yaptı... Deprem sonrası olayları böyle izledik... Politikacıların birbirlerini karalamaları, adliye kavgaları, meclis kararları ekranlardan hep olumsuz yaklaşımlarla yansıtıldı. Olumsuz düşünmek, olumsuz davranmakla nereye varabiliriz ki? Politikacı olarak; "devlet" ve idare adamı olarak; yazar-çizer olarak; sade vatandaş olarak...
İyi düşünce ve iyi niyete İslâmiyet "sevap" biçmiş… "Kötü niyet"e ise -icra edilmedikçe- herhangi bir günah konulmamış… Bundan mıdır nedir, çevremize karşı hep şüpheci, peşin fikirli, olumsuz tavırlıyız... Cemiyette hazımsızlık, güvensizlik, şüphecilik, dar görüşlülük, peşin fikirlilik hakimse bu, terbiye sistemindeki bozukluğun sonucudur.
Etrafımıza "ibret nazarı"yla bir bakalım: "Politika" rüzgârları hep niçin sert eser? "İktidar"da iken "muhalefet"in sertliğinden şikâyet eden biz, muhalefete geçince, bize "muhalif" olanlara rahmet okutan sertliklere niçin ve nasıl geçeriz? Dün "iktidar" olduğumuz için karşı çıktığımız olumsuzlukları, "muhalefet"e düşünce kendimize nasıl yakıştırırız? "Sendikacı" olmak, işçiyi veya işvereni temsil etmekse, temsil ettiklerimizi bile rencide eden "tavır"ları nasıl "meslek" ediniriz? İşçinin istediği, geçinebilmek... Onun geçimine medar olmayacak ideolojik sapmalarla, bir masum kitleyi nasıl lekeler, zan altına sokarız?.
İdare ve "devlet" adamı olmak, "devlet"çe bir "baba"lığı temsil etmektir, öyleyse, "devlet" adına konuşan bizim yaptığımız nedir: "Baba"nın, evlâtlarından bir kısmını memnun etmek için diğerlerine alenen tavır alıp yüklenmesi gibi, "devlet"i temsil edenlerin -hatalı da olsalar- vatandaşlardan bir kesim üzerine açık tavır alıp yüklenmeleri, hangi idarî stratejide yazar? Ya "devlet"e de sığınamaz olunca, "kul" zayıflığı galip gelir de, sığınacak başka melce'ler, başka "devlet"ler ararlarsa, bunun günahı kimin olur? Eline her kalem alan "yazar" olur mu? Ecdat "-Bir oku, bin düşün; bin oku, bir yaz" demiş... Bir memlekette eline her kalem alan, aklına her geleni yazarsa, o memlekette hangi kıymet hükmü; hangi saygı sevgi; hangi bütünlük kalır? Bütün bunlar, düşmanlarımızı güldüren, dostlarımızı ise üzen azizliklerimiz!.
Bir "Arap" atasözü hatırlarım: "-Bir fikri veya müesseseyi yıkmak isterseniz, o fikir ve müesseseye sahip çıkar görünerek, onun karşısında gayrı memnun gruplar oluşturunuz" der... Bir dehşet karşı strateji... Bugün "provokasyon" denilen şey...
Ama bu yapılanları "düşman" değil de, kendimiz yapıyorsak, buna ne denir… İş bilmemek mi, yoksa başka şey mi? İnsanda "kötülük" değil, "iyilik" esastır. İyilik, kötülüğe daima galiptir. Eşyada aslolan "ibaha"; insanlararası münasebetlerde asıl olan "beraet-i zimmet"tir. Politikacı-bürokrat, erbâb-ı kalem, hepimiz bu "müsbet" oluşuma muhtacız...
Bu, aynı zamanda "insan"a saygıdır... Farklı düşünme, farklı yorum, farklı yaklaşım fikrî zenginliktir. Bunu Peygamberimiz Efendimiz, "rahmet" olarak nitelemiş; "-ümmetimin ihtilâfı rahmettir" buyurmuştur.
Farklı düşüneni olumsuz tepki ile uzaklaştırmak yerine, fikrine saygı göstererek yaklaştırabilseydik, hem müştereklerimiz artar, hem düşünce ufuklarımız daha geniş ve daha zengin olurdu…
"İlm-i siyaset", nerede-nasıl davranılacağını bilmek; davranışlarda "yapıcı" olmaktır. Eski terbiye ve ta'lim sisteminde çocuğa, branşına göre bütün ilimler okutulduktan sonra bir de "ilm-i siyaset" öğretilirmiş…
Bu son ilim, insan idaresinde; insanlarla münasebetlerde nasıl davranılacağının metodunu gösterirmiş... Şimdilerde buna "beşerî münâsebetler" deniyor. İnsan psikolojisi, toplum psikolojisi, idare stratejisi, hepsi bunun içinde…
"İlm-i siyaset" denilen şey, "beşerî münasebetler" adıyla bugün hangi kürsülerde okutuluyor bilmiyorum ama, cemiyet içerisinde "davranış bozuklukları"nın hakim bulunduğu bir gerçek. Siyasî sertliklerin, meslekî asabiyetlerin, yazar-çizer efelenmelerinin, günlük hayatta her zaman karşılaştığımız hazımsızlıkları temelinde yatan realite budur.
Fikir (ve düşünce)de farklılık, fikir ve düşünce hürriyetinin de bir gereğidir. Hürriyetleri savunuyoruz ama, karşı fikre tahammülsüzlük, en çok ta hürriyetleri savunan kesimden çıkıyor.
Olumlu (ve müsbet) olabilmek, çevremizin de olumlu olmasına sıcak bir davetiyedir.
Yeni bine girerken, en çok muhtaç olduğumuz şey galiba bu!..