Hayat bir muhasebe ve en çok da "mü'min" kişiye has bir hususiyet... "Hâsibû kable en tühâsebû / hesaba çekilmeden evvel kendi-kendinizi hesaba çekiniz" peygamberi ölçüsünün de gereği bu!..
Ramazan'da her an muhasebede idik... Zira eli yasaktan, gözü haramdan, kulağı çirkinden, aklı faydasız olandan, gönlü hikmetsiz bulunandan sakınmak, oruçlu olmanın kemâl ve fazileti idi…
Kâmil / olgun mü'min aslında her gün Ramazan hassasiyetine sahip olmak sorumluluğundadır. Ramazan ve orucun en büyük hikmeti budur…
Mü'min kişi, her geleni "Hızır", her geceyi "Kadir" bilir; hayatını bu bilinçle tanzim eder…
"Hiçbir ağaçtan, yaprağından çok yemiş istemeye hakkımız yoktur"... Ama biz, hakkımız olmayanı istemeye alıştık yarabbi!.. İstemesini bilene, istediği her şeyi verdiğini bildiğimiz için... Ramazan'ı tam değerlendiremesek, Bayram'ı tam hak etmesek de işte ona hazırlanıyoruz…
"Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmezsen neyleyim senin gibi rüzgârı?" Bizi sevindirmeyen; yüzümüzü güldürmeyen; bizi bayramlamayan; "bayram"ı bayramlaştırmayan "bayram"ı nidelim!. Ey "bayram!." "Pirincinde siyah taştan değil, beyaz taştan kork!." İnsan olarak, millet olarak, kendi kendimize ettiğimizi, bütün düşmanlar bir araya gelseler edebilirler mi idi?. Ne dersiniz?. Ve ey, ev-ev dolaşıp kendisinden kaçtığımız... Şimdi kapına geldik... Kabul edebilecek misin?.
"Biz abdest almayı okuya-okuya değil, abdest alanların eline su döke-döke öğrendik." Şimdi "abdest alan" nerede, "su döken" nerede demeyiniz!. "İyi"lige karşı iyilik, her kişinin kârı; kötülüğe karşı iyilik ise er kişinin... "Er" kişi olmaya mı, her kişi olmaya mı namzetsin? Ne dersin?.
"Sana yükselme isteği gövdemizi hafifletmese, bu ağırlığı ne bacaklar çekebilirdi, ne toprak..." Kapına bu hafiflikle, bu ümitle geldik...
YELKENİNE PEK GÜVENME
"Rengi, kokusu ve güzellikleriyle sayısız çiçeği devşirmeyenler anlayamazlar bu balın tadını!" Bizse o balı tadıp da geldik... "Ergenekon"dan çıkışın; İstanbul surlarından girişin; Viyana önlerinde mehterce şahlanışın tadına varmasak; hakkımız olmayan "bayram"ı nice bilir, nice isterdik?. "Öyleyse hakkımızı isteriz" desek, çok mu isteriz?.
"Yelkenine pek güvenme; sandalında kürek bulundur! " Yelkenim olsa küreği, küreğim varsa yelkeni nideyim? Küreğim de yok, yelkenim de... Yoksa başka kapıya giderim... Başka kapı yok ki geldim... "Yek" kapı, "tek" kapı dedim de geldim...
"Deniz geçsem, yüzme bilir; dağ aşsam, uçma bilir... Söyleyin, günahımın takibinden kurtulmak için nerelere gideyim?" Ocak ise bu ocak... Kapı ise bu kapı... Başka ocak, başka kapı bilir miyim? Öyleyse aç kapını, aç gönlünü gireyim!.
HAYAT BİR MUHASEBE
"Ben yolcu olayım, sen bilet. Binip gidelim şu katara!." O katar sana geliyorsa, niçin geri kalayım? O sebeple burdayım… "Sen bize köprü olmazsan, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz…" Ateş, dumanın eteğine yapışmış, yalvarıyordu: "-Bırakma beni, bırakma beni!." diyordu. Biz "ateş" kadar da mı olamadık ki, onda yanmaya can atalım?. Dumanca uçmak, dumanca yükselmek dururken...
"-Nereye gidiyorsun ey bulut?.. Tarlam bu yanda!. Benimle buluşmadan; benimle bayramlaşmadan!. Yoksa, bir ay yemeden içmeden kesilip, adını boşuna mı ezberledim?.
Bugün son teravihimizi kılacak, yarın son orucumuzu tutacak ve ramazan'ı uğurlayacağız.
Hayat bir muhasebe... Geride kalan "yıl"a, geçen "ay"a, yaşanan "gün"e dönüp, bakmak ve gelecek için dersler çıkarmak, ölçülü / disiplinli bir hayatın gereği… Öncelikle de mü'min kişinin...
İki "yıl"ı, "asr"ı ve iki "binyıl"ı buluşturan Ramazan’ı bu duygularla uğurluyoruz…
Bilincine ermeyi C. Hak’tan dileyerek…