Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
RAMAZANI UĞURLARKEN - 6 Ocak 2000

Hayat bir muhasebe ve en çok da "mü'min" kişiye has bir hususiyet... "Hâsibû kable en tühâsebû / hesaba çekilmeden evvel kendi-kendinizi hesaba çekiniz" peygamberi ölçüsünün de gereği bu!..

Ramazan'da her an muhasebede idik... Zi­ra eli yasaktan, gözü haramdan, kulağı çir­kinden, aklı faydasız olandan, gönlü hikmetsiz bulunandan sakınmak, oruçlu olmanın kemâl ve fazileti idi…

Kâmil / olgun mü'min aslında her gün Ra­mazan hassasiyetine sahip olmak sorumluluğundadır. Ramazan ve orucun en büyük hikmeti budur…

Mü'min kişi, her geleni "Hızır", her ge­ceyi "Kadir" bilir; hayatını bu bilinçle tan­zim eder…

"Hiçbir ağaçtan, yaprağından çok yemiş istemeye hakkımız yoktur"... Ama biz, hak­kımız olmayanı istemeye alıştık yarabbi!.. İstemesini bilene, istediği her şeyi verdiğini bildiğimiz için... Ramazan'ı tam değerlendiremesek, Bayram'ı tam hak etmesek de işte ona hazırlanıyoruz…

"Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmezsen neyleyim senin gibi rüzgârı?" Bizi sevindirmeyen; yüzümüzü güldürmeyen; bizi bayramlamayan; "bayram"ı bayramlaştırmayan "bayram"ı nidelim!. Ey "bayram!." "Pirincinde siyah taştan değil, beyaz taştan kork!." İnsan olarak, mil­let olarak, kendi kendimize ettiğimizi, bütün düşmanlar bir araya gelseler edebilirler mi idi?. Ne dersiniz?. Ve ey, ev-ev dolaşıp kendisinden kaçtığımız... Şimdi kapına geldik... Kabul edebilecek misin?.

"Biz abdest almayı okuya-okuya değil, abdest alanların eline su döke-döke öğren­dik." Şimdi "abdest alan" nerede, "su dö­ken" nerede demeyiniz!. "İyi"lige karşı iyi­lik, her kişinin kârı; kötülüğe karşı iyilik ise er kişinin... "Er" kişi olmaya mı, her kişi ol­maya mı namzetsin? Ne dersin?.

"Sana yükselme isteği gövdemizi hafifletmese, bu ağırlığı ne bacaklar çekebilirdi, ne toprak..." Kapına bu hafiflikle, bu ümitle geldik...

YELKENİNE PEK GÜVENME

"Rengi, kokusu ve güzellikleriyle sayısız çiçeği devşirmeyenler anlayamazlar bu ba­lın tadını!" Bizse o balı tadıp da geldik... "Ergenekon"dan çıkışın; İstanbul surların­dan girişin; Viyana önlerinde mehterce şahlanışın tadına varmasak; hakkımız ol­mayan "bayram"ı nice bilir, nice isterdik?. "Öyleyse hakkımızı isteriz" desek, çok mu isteriz?.

"Yelkenine pek güvenme; sandalında kü­rek bulundur! " Yelkenim olsa küreği, küre­ğim varsa yelkeni nideyim? Küreğim de yok, yelkenim de... Yoksa başka kapıya giderim... Başka kapı yok ki geldim... "Yek" kapı, "tek" kapı dedim de geldim...

"Deniz geçsem, yüzme bilir; dağ aşsam, uçma bilir... Söyleyin, günahımın takibinden kurtulmak için nerelere gideyim?" Ocak ise bu ocak... Kapı ise bu kapı... Başka ocak, başka kapı bilir miyim? Öyleyse aç kapını, aç gönlünü gireyim!.

HAYAT BİR MUHASEBE

"Ben yolcu olayım, sen bilet. Binip gidelim şu katara!." O katar sana geliyorsa, niçin geri kalayım? O sebeple burdayım… "Sen bi­ze köprü olmazsan, kıyamete kadar bu su­yun kıyılarını bekleriz…" Ateş, dumanın ete­ğine yapışmış, yalvarıyordu: "-Bırakma beni, bırakma beni!." diyordu. Biz "ateş" ka­dar da mı olamadık ki, onda yanmaya can atalım?. Dumanca uçmak, dumanca yükselmek dururken...

"-Nereye gidiyorsun ey bulut?.. Tarlam bu yanda!. Benimle buluşmadan; benimle bayramlaşmadan!. Yoksa, bir ay yemeden iç­meden kesilip, adını boşuna mı ezberledim?.

Bugün son teravihimizi kılacak, yarın son orucumuzu tutacak ve ramazan'ı uğurlaya­cağız.

Hayat bir muhasebe... Geride kalan "yıl"a, geçen "ay"a, yaşanan "gün"e dönüp, bak­mak ve gelecek için dersler çıkarmak, ölçülü / disiplinli bir hayatın gereği… Öncelikle de mü'min kişinin...

İki "yıl"ı, "asr"ı ve iki "binyıl"ı buluşturan Ramazan’ı bu duygularla uğurluyoruz…

Bilincine ermeyi C. Hak’tan dileyerek…