Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BAYRAM DEDİLER BİZ AĞLADIK, AĞLAŞTIK... - 8 Ocak 2000

Bu yaklaşım, kar altında ve zemheri soğuğunda çadırda yaşayan depremzedeleri düşündükçe, kendimizi de onların arasında hissederek ulaştığımız bu bayrama ne kadar da denk düştü…

Çocukluk günlerimizin bayramla­rını hatırlarız. Arkamızda dağ gibi büyükler olurdu. Aile büyükleri. Bi­raz da korkarak sevdiğimiz baba; bi­zi dizine oturtan, okşayan, koklayan, cebimize harçlık koyan nur yüzlü büyükbaba; bizi emziren çimdiren çilekeş anne; ağzı dualı büyükanne; baba yarısı amcalar, dayılar, anne şefkatli teyzeler, halalar; bastıkları yerden ateş çıkartan ağabeyler, abla­lar ve bayramdır diye eli öpülen di­ğer büyükler...

Bayram deyince onlar akla gelmi­yor mu? Bayramdır diye elbiseleri gibi tavırları da değişen, yenilenen, temizlenen büyükler.

Hayat yürüyor. Şimdi o nur yüzlü­ler, ağzı dualılar yerinde biz varız. İşte bunun için sorumluluğumuz ağır!.

Dünkü bayramlarla bugünküleri bir karşılaştırınız! Dünküler daha manâlı, maneviyatlı, daha renkli, da­ha içten değil miydi?

AYAŞ'TA BAYRAM

10 yıl kadar önce Ayaş’ın "İlhan" köyünde yaşadığımız bayramı hatırlıyorum. Bugün gibi...

Köy, daha arefeden bayram hava­sına girdi. Hergün erkenden domates tarlalarına, üzüm bağlarına dağılan köylü, o gün ya hiç çıkmadı veya eve erken döndü. Kılıklarında, kıya­fetlerinde bir değişiklik başladı. Ço­cuklar, gençler, olgunlar, yaşlılar, toz-topraklarını üzerlerinden attılar… Küçük kızların saçları tarandı, pelik-pelik örüldü, bayramlıkları ve güzel kokularıyla sokaklara döküldüler…

Arefe akşamı cami daha bir kalabalıklaştı. Her gün sadece tarlasını-tezeğini gören yorgun insancıklar, birbirlerini görmeye, hal-hatır sor­maya itina gösterdiler.

Bayram sabahı alaca karanlıktan itibaren cami her yaştan İlhanlılar'la doldu. İlhanlı olup da Ayaş'ta, Anka­ra'da çalışanlar da bayram namazını köy camiinde kılmaya ayrı bir ihti­mam gösterdiler. Ak-pak örtülü ha­nımlar ise tül ile örtülü mahfelde yer aldılar.

Nur yüzlü hoca, koca köyü karşı­sında görünce, bir yıllık birikimin verdiği salâbetle, İlhanlı’yı adeta "ASR-I SAADET"e götürdü. Fırsatı öyle bir değerlendirdi ki, söyledikle­ri İlhanlı'ya sadece bir bayram değil, bir yıl değil, bir ömür yeterdi…

Namazdan sonra cami önünde bayramlaşma başladı. Köyün büyüğü olan hocayı ilk bayramlayan bir yaşlı oldu. Diğerleri onu takip etti. Önce yaşlılar, sonra gençler ve ço­cuklar... Hoca ile her bayramlaşan, sıra ile onun sağında yer aldı. Sonun­da köyün sokaklarına kadar kıvrıla kıvrıla öyle bir dizildiler ki, en son­daki de işini bitirip yerini aldığında bütün köylü birbiriyle bayramlaşmış oldu. Bu biteviye dizilişle ortaya çı­kan rengârenk manzara niçin ve na­sıl filme alınıp da, bizim haber ve görüntü avcısı televizyonlarca kapı­şılmadı, hâlâ düşünür, şaşarım.

O kıyafetler, sadece el öpme değil, omuzu omuza vurarak kucaklaşma­lar, yaşa ve başa göre değişik iltifat, üslûp ve tavırlar…

İş bununla bitse iyi… Bayramlaş­madan sonra kimse evine dağılmadı. Büyükler başta, o kalabalık ağır-ağır "KÖY KONAĞI" na intikal etti. Taş merdivenlerden çıkılan bu iki katlı yapı ne bereketli bir konakmış!.. Mastapalara ve yerlere oturan kala­balık, kapıdan nasıl sığdığını bir tür­lü anlayamadığım koca bakır siniler etrafına dizilip evlerden yağan geleneksel bayram yemekleriyle doyuruldular.

Tanıştırma sırasında "İhtiyarlar Heyeti", "Gençler Heyeti" diye lâflar duy­dum… Meğer bu tarihi köy­de bu adla iki hey'et var­mış. İhtiyarlar konağı ayrı, gençler konağı ayrı. İhtiyarlar kendi aralarında fır­sat buldukça bir araya gelir­ken, gençler de zaman za­man oyunlar, eğlenceler tertip ederlermiş. Köyün asayişini, her yaş grubunun disiplinini bu hey'etler sağ­larlarmış.

Köyde karakol yok. Ka­rakolluk bir olayı hatırla­yan da yok…

İlhan'ın bayram geleneği bugün acaba kaç köyümüz­de kaldı? Dünkü büyükler, dünkü nur yüzlüler bugün azalıyor. Bayram geleneği ise, her şeye rağmen çok şükür yaşıyor

İSLÂMIYETTE BAYRAM

Peygamberimiz   Efendimizin şöyle bir hadisi var: "İslâmi­yet'ten önce Medinelilerin   kutladıkları; gülüp-oynadıkları iki bayramları vardı. Cenab-ı Hak o iki bayramı, onlardan daha hayırlı iki bayrama tebdil etti: Fıtır (ramazan) bayramı ve kurban bayramı"…

Hazret-i Peygamber'in Medi­ne'ye hicretinin ikinci yılından iti­baren, Ramazan ve Kurban bayram­ları böylece kutlanmaya başlandı.

Ramazan orucu ilk kez Hicret'in ikinci yılında farz kılınmış ve Medineli Müslümanlar, ramazanı takipeden ayın (Şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama ramazan bayra­mı yada bayramdan önce firar sada­kası verildiği için fıtır bayramı denilmiştir. Bu bayram süresince yapı­lan ziyaretleşmelerde özellikle şeker ve çeşitli tatlılar ikram edildiği için halk arasında Şeker Bayramı olarak şöhret bulmuştur.

Kurban bayramı namazı da, Hic­retin ikinci yılında teşri kılınmıştır. Kurban bayramı, Hazret-i İbra­him'in, oğlu İsmail'i kurban etmek istemesi; Hz. İsmail'in ise bu isteği kabul etmesi üzerine ve onun yeri­ne, bu gönüllü sadakatin karşılığı olarak bir hayvan kurban edilmesinin hatırasını taşımaktadır.

Dini bayramlar olmasına rağmen bu iki bayramda da toplu sevinç, eğ­lenme, kollektif kutlama, tarihi es­priye uygun ortak özelliklerdir. Ni­tekim bir bayram günü Haz­ret-i Peygamber eşi Aişe ile birlikte kahramanlık ezgileri söyleyen kız çocuklarını dinlemiş­tir. Bu manzarayı yadırgayan ve mü­dahale etmek isteyen Hazret-i Ebu-bekir'i ise, "Her milletin   bayramı vardı. Bu da bizim bayramımızdır" diyerek ikaz etmiştir. (Buhâri: İdeyn 3; Müslim: Salâtü İdeyn, 16) Bu dini bayramlar topluca eğlenmeye; Medine mescidinde kılıç-kalkan oyunu tertip edilmesi ve Hazret-i Peygamberin, eşi Aişe ile birlikte bu oyunu seyretmesi örnek olarak gösterilmektedir. (Buhari: İdeyn 2; Müslüm-Salâtü İdeyn, 16)