(Aydınlanma dönemine ayak uydurmayan biz, Rönesans ve ardından sanayileşme çağına hazırlıksız girmenin sıkıntılarını atamadan yeni 1000’e de hazırlıksız ve süklüm-püklüm giriyoruz.)
Takvim başları insanları daima etkilemiştir. Her yılın, 10 yılın, 100 yılın, 1000 yılın başlangıcı insanları milletleri daima hazırlıklara itmiş, etkilemiştir. Bunu en iyi her yılbaşını elalemden farklı / abartılı kutlamalarla karşılayan; her 10 yılın sonunu bir ihtilâl, müdahale ve siyasî deprem sendromu ile bekleyen; yeni dönemlerin, çağların başlangıcı olan 100 ve 1000 yılları ise hazırlanmadan, anlamadan bekleyen biz biliriz...
Ortalık yeni bir bin ve milenyum modası ile çalkalanırken, hadi biz de bir gerçek senaryo ile karşınıza çıkalım:
2000'e Ramazan ile giriyoruz. Bu bir tesadüf mü, yoksa görünmeyen yüzünde bir ilahî hikmet mi var?
İnsanlar, kaynağı ve emeği kendilerinden olmayan olaylarda bir olağandışılık, bir sır ararlar... Bu yılın Ramazanı, sona erenle gelen bin yılı, -görünmeyen el gibi- birbirine bağlayan bir manevî bağ görüntüsü veriyor. Bakalım kendisini oruçlu / ve perhizli olarak beklediğimiz 2000 bize hangi sürprizleri sunacak?
Bilen 1000, milletimizin "İslamiyet" ile tanışıp onunla yaşadığı yüzyıllar... Bu yüzyıllar tarihe kalıcı imzamızı attığımız dönem... Aklî ve dini ilimlerin Ortaasya merkezli tırmanışından sonra Selçuklular ve Osmanlılar eliyle Anadolu'ya ve oradan Avrupa'ya taşınması, 2'nci binin şehâdet ettiği mutlu yıllarımız. Bu ilk tırmanıştan sonra -hangi sebeple bilinmez- aklın -hem de İsâm adına-dondurulduğu yüzyıllar da bu dönem içerisinde...
"Medeniyet" insanlığın ilk yüzyıllardan itibaren râm olduğu tabiata hâkim olma ortak çabalarının eseri ve -adeta- bir bayrak yarışı ise, bu bayrak ilk 1000'in sonlarında Emevi, Endülüs Emevi, Abbasi, Ortaasya Türk; 2'nci 1000'in başlarından itibaren ise Ortaasya'dan Oğuzlar ve Selçuklular eliyle Anadolu'ya taşınmış. İslâmiyet'in evrensel hükümlerinin de katıldığı bir dinamizmle tarih "insan" odaklı bir medeniyete bizim elimizle şehadet etmiştir.
Bu "el değiştirme" kuralı gereği olsa gerek, bayrak bu defa -tekrar- "Batı"nın elinde... Batı, 3'üncü 1000'e medeniyet bayrağı elinde olarak giriyor…
Biz mi? "Aydınlanma" dönemine ayak uyduramayan biz, "Rönesans" ve ardından sanayileşme çağına hazırlıksız girmenin sıkıntılarını atamadan, yeni 1000'e de aynı hazırlıksızlıkla ve süklüm -püklüm giriyoruz.
Halbuki, son ve hak din İslâmiyet'in rozetini bir kimlik olarak yakamızda taşıyorduk. Onun "Eşref-i mahlûkat" kuralı ile öne çıkardığı "İnsan" merkezli bir ümranı, ruhsuz ve insafsız madde medeniyetinin cenderesinde sıkışıp-kalan insanlığa sunma mecburiyetimiz vardı. Çektiğimiz sıkıntılar, sadece "Batı"nın bizde de olması gerekli tekniğinden mahrum kalmamızdan değil, aynı zamanda -ve öncelikli olarak- insanlığa karşı bu sorumluluğumuzu yerine getirememenin vebal ve faturasıdır.
Milenyumla ilgili moda senaryomuza gelince: 3'üncü 1000, adına "Bilgi Çağı" denilen şok fırtınayla geliyor. Bu çağda ne fazla nüfus, ne ülke büyüklüğü, ne kol-kas gücü, sadece ve sadece "Bilgi"nin değeri var. Bilgi teknolojileri, onun için aklı başında ülkelerin en çok yatırım yaptığı alan… Kalkınmada "insan" ve "kol" gücünü devreden çıkaran bu şok, daha şimdiden aldı başını gidiyor... Daha doğrusu geliyor...
Fabrika, atölye ve işyerleri, çalışanlarının yerine daha şimdiden bu teknolojiyi yerleştirmeye başladılar. Domates, salatalık, biber seraları bile artık adına bilgisayar denilen ve bilgileri yüklenen, sıraya dizen, gerektiğinde akıl almaz bir tahlil ve sentezle sayıp hizmete süren o sihirli kutudan izleniyor… Onunla sulanıyor, ilaçlanıyor, idare ediliyor... Cilt-cilt kitaplar, ansiklopediler, raflarca kütüphaneler tüy kadar hafif disketlere yüklenmekle kalmadı, inlernet denilen ve görünmez yollarla okullarımıza, işyerlerimize, evlerimize kadar giren esrarlı yöntemle elektronik kitap yayıncılığı, dağıtıcılığı, satışları başladı. Sokak başlarında ekmek-süt-yoğurt satan bakkalların yerini internet marketleri almak üzere… Okullar, sınıflar, anfiler, dershaneler, yerine yeni öğretim arlık inter-aktif eğitim sistemiyle evlerden yapılacak… İnternel, inter-aktif ne derseniz deyiniz, ticaret elektronik metotlarla yeni yöntemlere kayıyor.
KALKINMA MODELLERİ ALTÜST OLACAK
Bütün bu şoklar adım adım gelirken etkilenecek olan sadece işyerleri, alış veriş ve ticaret hayatı değil, bütünüyle toplum hayatıdır.
Fabrikalardan, işyerlerinden, resmî-özel bürolardan çıkan / çıkarılan ve boşta kalan insan yığınlarının boşluğa düşmeden mutlu kılınmaları, 3'üncü 1000'in en büyük problemi ve handikapıdır. Zihinlerde kopan fırtınanın sadece orada kalmayacağı; sosyal dengeleri de sarsacağı, bugünden görülmesi gereken bir gerçekliktir. "Aile" müessesesi bu fırtına ve şoktan nasibini alacaktır. Aileden başlayan, çevre ve klasik okulculukla devam eden terbiye sistemi, bu fırtına ile alabora olacaktır. Alıştığımız kalkınma modelleri -hiç şüpheniz olmasın- altüst olacaktır. Bilgisayar yöntemi ile ürettiğini inter-aktif, internet ve elektronik metotlarla pazarlayan ülkelerin karşısında demode üretim, dağıtım usulleriyle barınamazsınız.
Üstelik yeni dünyada ideolojik kamplaşmalar ve buna dayalı siyasî dengeler yerini bilgi teknolojilerindeki bu akıl almaz yarışa bırakmıştır. "A.B." ve "AGİT" te göreceksiniz Varşova Paktı ve NATO gibi yarın rol ve fonksiyon değiştirecek; bizim gibi dünyada olup-bitenlere gözünü kapayan; iç dengelerini oluşturamayan: gücünü siyasî-ideolojik tercih ve kavgalara harcayan ibtidaî / akılsız ülkeler bu yeni 1000'in alaborası içerisinde oraya-buraya savrulup-duracaklardır.
Bunlar hayalî senaryolar ve varsayımlar değil "Kış"ın karşı dağ ve tepelere yağan karla şimdiden yüzünü göstermesidir. Yarın kar, bora, fırtına ile bastıracak olan "Kış"tan şikayete hakkımız olmayacaktır.
2'nci 1000'de iyi-kötü günlerimiz olmuştu. 3’üncü 1000’e girerken, bu teminatımız da yok demeyeceksek, aklımızı başımıza almak; bir an evvel silkinmek zorundayız. Bilge-Kağan'ın Orhun Anıtlarındaki uyarısı bugün de geçerlidir, bugün daha çok geçerlidir.
"Ramazan"ın biten 1000 ile gelen 1000'i irtibatı andıran gelişi, bize bunu hatırlattı. İrademiz dışında oluşan bu geliş ve oluşumun esrarı, ancak bunları bize hatırlatmak olabilir. Kur’an bize bunu da hatırlatıyor (Necm Suresi, Ayet: 39): "İnsan için çalışmasından; aklının işletilmesinden ve elinin emeğinden başka bir teminat yoktur."