(Elimizdeki imkanlardan Allah yolunda vermedikçe istemeye hakkımız olmaz. Deprem bize, infak vazifelerimizi daha kolay yerine getirme fırsatı vermiştir.)
C. Hak insanı yeryüzünde kendine "Vekil" olarak yaratmış (Bakara Suresi: 30)... "Akıl" vererek, kendi yaratıcılığından -kul gücünde - ona da katmış; "keşfet", "icadet"/ yeni keşifler, yeni icadlar yap demiş... Kendi sıfatlarından ona da bahşetmiş; "basar" sıfatından görme; "Semî" sıfatından "duyma", "küllî irade"sinden cûz'i irade imkânı vermiş; "gör, duy, sev, irade et, karar ver ve yap!" buyurmuş…
Peki insanın, Allah'ın "Rab" sıfatına en yakın ibadeti hangisi?
Elmalılı Hamdi YAZIR'ın "Hak Dini, Kur'an Dili" adlı tefsiri bir dirayet tefsiridir. Bu eser sadece son dönemlerin değil, gelmiş-geçmiş bütün dirayet tefsirleri içerisinde -özellikle yeni keşif ve bilimlere atıfları açısından- önemli bir yer tutar.
Onun Bakara Suresi'nin 31’inci ayeti ile 3'üncü ayetinin tefsir ve yorumunda yazdıklarını, ilgi duyanların mutlaka okumalarını arzu ederim…
Bu ayetlerden ilkinde (Bakara: 31) merhum Müfessir "C. Hak Ademe isimlerin tamamını talim etti" cümlesinden "Eşyanın hakikatini; ilimlerin tamamını" yorumunu yapar ve eşyanın hakikatinin (tabiatta mevcut elementlerin) ve ilimlerin keşfinin insanın "eseri" değil, yaratılış sebebi olduğunu ifade eder... İlk insan Hz. Adem'in fıtraten (yaratışı itibariyle) ve C. Hakkın talimi (öğretmesi) ile sahip bulunduğu ilimleri peyderpey keşfetmek insanın yaratılış sebebi, gayesi ve vazifesi ise, bu aslî vazifeyi ifa etmeyen müslüman milletlerin, içinde bulundukları zilletten kurtulmayı istemeye hakları var mıdır? Bu soruyu kendi-kendine sormak ve düşünmek Kur'ana inanan herkesin kahredici işi ve vazifesi olmalıdır. Sözünü ettiğim ayetlerden 2'ncisi, Bakara Suresi'nin 3'üncü ayetidir. Burada C. Hak -Kur'anın hemen başında- iki hususa dikkat çekiyor. Bunlardan ilki "Gayb"a ve Peygamber (ler)in getirdiklerine inanmak; 2'ncisi namaz ve "infak" yani Allah'ın rızık olarak verdiklerinden fitre, zekât, sadaka, îane, yardım, vakıf vesaire yoluyla başkalarına da vermek... Büyük müfessir bu durumu izah ederken zekât ve diğer gönüllü yardımların cemiyetteki ekonomik kaynaklı uçurumu ortadan kaldıracağını; toplumda huzur ve kenetlenme sağlayacağını ifade eder ve insanın bu gönüllü davranışının onu "dereke-i beşeriyetten-niyabet-i ilâhiyye'ye geçiren bir köprü" olduğunu belirtir.
"İman", "Namaz", "İnfak"… Burada konumuz olan "infak" insanı "C. Hakkın yeryüzündeki halifesi (Bakara 3 ve tefsiri) yani vekili, naibi yapan erdem... İnfak (zekât, fitre, her türlü gönüllü yardım) insanı niyabet-i ilâhiyeye taşıyan bir manevî köprü... O, kazanırken çok özendiğimiz ve çok sevdiğimiz mallarımızdan ihtiyacı olanlara vermedikçe, fıtrat (yaradılış) gayemize ulaşamıyoruz ve C. Haktan dünyalık-ukbalık bir şey, istemeye hakkımız kalmıyor.
Ramazan günlerindeyiz. Ramazan ayı "infak" ayı... Bu ayda verilenler, diğer zamanlarda verilenlerden kat-kat daha ecirli ve faziletli. Peygamber Efendimiz, şu hadislerinde bunu ifade buyurmuşlardır:
"-Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerimize düştü. Bu ayda bir hayır yapan, başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevaba nail olur. Bu ay, yoksullara yardım elini uzatma ve ihsan ayıdır. Her kim bu ayda oruçlu kimseye iftar edecek kadar bir şey verirse, yaptığı bu iyilik, günahlarından bağışlanmasına ve ateşten azad edilmelerine sebep olur."
"-Kim din kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyaçlarını giderir. Kim bir mü'min kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet gününde onun bir sıkıntısını giderir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter."
Bu yıl Ramazan, milletçe uğradığımız deprem âfetinin acılarını sarmaya çalışırken geldi. Deprem felâketine maruz kalan vatandaşlarımızın çoğu ya çadırda veya alışık olmadığı geçici, namüsait evlerde oturuyor. Buralarda iftar ediyor, buralarda sahura kalkıyor, kışta kıyamette buralarda adeta yaşama savaşı veriyor.
Zariyat Suresi’nin 19’uncu ayetinde C. Hak: “-Zenginlerin mallarında yoksul ve muhtaçlar için bir hak vardır.” buyuruyor... Bizi “Niyabet-i İlâhiye” yani Allah’ın yeryüzündeki vekili kılacak olan, işte bu hakkın ifasıdır.
Deprem, bize vazifemizi daha kolay yerine getirme fırsatı doğurmuştur. Vermeden, istemeye hakkımız olmaz.