Ali Bardakoğlu'na samimi takdir ve ihtiramlarımla..
Diyanet İşleri Başkanlığı önemli ve hassas bir kurum..
Önemli, zira “inanç” gibi örtülü ama vazgeçilmez bir gerçeklik alanının soyut vadilerinde somut ürün ve üretimler ortaya koymak zorunda..Ne kadar insan varsa o kadar inanç, tercih ve kanaatın bulunduğu ve bunların sübjektif aidiyet bağı sebebiyle vazgeçilmezliği göz önüne alındığında, bu “önem” kolayca anlaşılır..
Diyanet’in kurumsal hassasiyeti ise temelde, yürüttüğü hizmetin kişiliklere bağımlı bu sübjektif aidiyet bağına dayansa da, onun kadar –belki ondan da önemli- diğer husus, Türkiye’nin rejim ve siyasi sisteminden ve bu alandaki bulanıklıktan gelmektedir..
Türkiye, Osmanlı’nın yıkılış ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerindeki gel-gitler arasında –o dönemin şartlarında- herkese parmak ısırtacak bir siyasi atılım gerçekleştirmiştir ama, bu atılım ve oluşumun kurumsallaşması sürecini henüz tamamlayabilmiş değildir..
Çağdaş Batı ile geleneksel Doğu kültürleri arasında akılcı bir te’lif gerçekleştirilememiştir..Kimileri “Doğu” medeniyetlerinin fanatik savunuculuğunu yapar ve ötekini reddederken, diğerleri çağdaş “Batı”nın gönüllü teslimiyetçiliği içerisinde berikini reddetmekte ve her iki kesim de “Öz”den uzak bir yüzeysellikle birbirlerine kılıç sallamaktadırlar..
Diyanet İşleri Başkanlığı ve mensupları, her iki kesimin atış alanındadır ve işte hassasiyeti de buradan gelmektedir..Fanatik bazı “Doğucu”lar Diyanet’i seküler sistemin din ve dindar halk üzerinde baskı kurmak üzere oluşturduğu bir kurum olarak görürken; “Batılı” teslimiyetçiler, tam aksine bu anayasal kuruluşu çağdışı bir arşiv malzemesi olarak nitelemekten çekinmemektedirler..
Bu iki sakim anlayış karşısında Diyanet’i yönetmek, sırat köprüsünde yürümeye eş bir zorluklar manzumesidir..
Ali Bardakoğlu ve yönetimi bu “Zor” yürüyüşü arızasız bitirmeyi başarmıştır: İki farklı bakıştan hiçbirine yamanma tenezzülünde bulunmamış; Başında bulunduğu kurumu siyasi ve ideolojik rejim ve sistem kavgalarının dışında tutmayı başarmış; Diyanet’in, millet bütünlüğünün simgesi bir farklı müessese oluşuna paralel dik duruşuyla her iki kesimi de uyaran; yanlışlarını doğrultan bir duruş sergilemiş; nazım rol oynamıştır..
Bardakoğlu’nun; İslamiyet’i “Terör”le özdeşleştirme bağnazlığında bulunan Papa ile buluşması sırasında gösterdiği realist ama müslümanlar adına izzetli celadet unutulmadı.. Cemevleri konusunda –birçoklarınca henüz kavranamayan- yapıcı ve akılcı teklifi, alternatifi bulunmayan bir çözüm olarak arşivlere girdi..Diyanet-Siyaset, Laiklik ilişkilerinde yukarıda mezkur iki kesimin de ağzını tıkayan ölçülü yaklaşımları yani Diyanet'i gündelik siyaset sahasına çekme gafletine karşı çıkması, umarım bu iklimde yürüyüş halinde olanlara bir uslup kazandırmış olmalıdır..
Bütün bunlardan daha önemlisi, Bardakoğlu döneminin, Diyanet’i cami hizmetleri ve klasik hizmet anlayışı dışına çıkararak, sosyal muhtevalı hizmet alanına taşıma gayretleridir..Aile İrşat ve Rehberlik Büroları’ndan-Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ve diğer resmi müesseselerle işbirliğine; Diyanet televizyonundan, Diyanet üniversitesine; Kur’an kursu hizmetlerinden, yurtdışı açılımına; artı bilgi ve bilgisayar teknolojilerine uzanan bu genişlemeyi bir “Gelişim Projesi” olarak değerlendirebilirsiniz..
Türkiye, kafası karışık bazı kesimlerin tasallutu karşısında bu arı-duru duruş ve mesajlara ne kadar muhtaç!.
Bardakoğlu, İlahiyatçı ve Hukukçu kimliği; öğretim üyeliği ve “Hakimlik” tecrübesi ile Diyanet’e ağırlık ve ciddiyet kazandıran bir “Başkan” olarak uğurlanmaktadır..Kendisine, bundan sonraki hayatında bu karizmayı aşağılara düşürmeden sürdüreceği hayırlı bir tul-i ömr ve yeni hizmet imkanları diliyoruz..
Müteakip yazımızda yeni Başkan’ın kişiliğinden ve kendisinden intizar ettiğimiz beklentilerimizden söz edeceğiz..